![]()
Metin ÖNAL MENGÜŞOĞLU
bursaseyirdefteri1@hotmail.com
DAEŞ Menziline Nereden Varılır?
18/06/2017 Merhum Aliya İzzetbegoviç’in benzetmesi hatırlanacak olursa, Müslümanların yedi yüz yıllık mağara uykusundan uyanmaya başlama tarihi, yüz elli en çok da iki yüz yıl öncesine dayanır. O tarihlere kadar dünya tarihinde yüz yıllar boyunca, en azından siyaseten galip zihne sahip olmuş bulunan Müslümanlar, ne yazık ki daha sonraları en çok da entelektüel ve kültürel anlamda ciddi bir düşüş yaşamışlardır. Siyaseten egemenlikleri sürerken bile, itikadi ve ahlaki bakımdan ana kaynaktan, sahih modelden daha ziyade, ya sonradan edinilmiş ya da yerel töre ve alışkanlıklarla yetinmişlerdi. Zamanın ruhunu ve fıkhını üretmeye davranmamaları onları tarihin öznesi olmaktan çıkartmış ve öteki toplumların egemenliği altında nesneleştirmişti. Bu basit ve kaba gibi görünen yargıya katılmayan Müslümanların bulunduğu da biliniyor. Ancak onların bilgisinden çok daha baskın ve reel politik denen şimdi ve buradaki ahval ve malumata bakıldığında, durum hiç de iç açıcı görünmemektedir. Bütün Müslüman coğrafyalarda evet belki İslâm düşmanlarının kışkırtmasıyla, ancak yine olmaması gereken biçimde, Müslüman Müslüman’ın kanını akıtmaktadır. En son Müslümanların göz bebeği, kadim şehirlerimizden Halep’te oynanan oyun, olayın vahametini göstermesi bakımından son derece korkunç boyutlardadır. Halep üzerinde hangi hakla söz söylemeleri bir türlü açıklanamayan ülkeler, (Türkiye dışında) geçici ateşkes ilan ederek, şehirde meskûn olan halkı, İdlip toplama kampına taşıma anlaşması yapmaktalar. Ahalisi boşaltılan şehri, daha rahat tahrip edebilmek amacıyla alınacak olan bu kararın, ne ölçüde trajikomik olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Fransız Le Monde gazetesi güya “Halep Birlemiş Milletlerin Mezarı Olacak” başlığıyla yayımlanmış. Onlara herhalde en iyi cevabı “geçmiş olsun” diyerek vermek lazımdır. Çünkü biz Türkiyeliler çoktan “Dünya beşten büyüktür!” sözünü en üst dilden onların suratına çarpmıştık. Hiç kuşku yoktur ki, şimdilerde pek dile getirilmemiş olsa da, bu sonucun asıl sebebi yalnızca DAEŞ ve benzeri örgütlerin türemesi değildir. Suriye yönetiminin başında bulunan zalim diktatör Esed’in suçları nasıl göz ardı edilebilir? Hatta eğer Esed, adil ve uzak görüşlü bir liderlik sergileseydi, ülkesi bugünkü perişan hali yaşar mıydı? Esed’i bırakıp Türkiye yönetimini bu sonuçta baş suçlu ilan eden Türkiyeli aydınlara şaşmamak elde değildir. Umran Dergisinin Aralık 2016 sayısında, merhum Seyyid Kutub’un nice nesillere mal olmuş, bu arada İzzetbegoviç’in mağara istiaresinden de ilk çıkış, ilk bilinç hareketinin kaynaklarından birisi sayılan, Yoldaki İşaretler kitabının, birilerini DAEŞ menziline vardırmayacağına dair yaklaşımlar sergilemeye çalışmıştım. Peki, oradan varılmazsa DAEŞ menziline nereden varılıyor? Neden bütün uğraşları terör ve şiddet olan örgütler türemektedir Müslüman halklar arasından? Aziz İslâm’ın buna müsait bir bünyesinin bulunmadığı ortadadır. Şu sebeple ki, ellerine Allah’ın Kitabını salt bir nesne gibi alan herkesin, bu Kitabın bilinçli mümini sayılması mümkün müdür? Kitabın mesajı, misyonu, muhtevası, davet ettiği iman, onların kalplerinde sahici bir bilinç damarı gibi yerleşmiş midir? Müslümanların Asıl Sorunu “Bir insanı haksız yere öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir” (5 Maide 32) İlahi buyruğu hiç mi hatırlarına gelmemektedir? Kalbinde zerre kadar Allah’a ve ölümden sonraki diriliş gününe iman bulunan hangi Müslüman bu ayeti kerimenin uyarısından ürperti duymaz? Besbelli bu katiller, kalplerinde böyle bir ürpertiyi duymayan, vicdanları ve fıtratlarının üzeri örtülmüş, kirlenmiş kara ruhlulardır. DAEŞ ve benzeri oluşumları örgütleyen, besleyen, destekleyen ABD, AB, Rusya veya İran gibi egoist, emperyalist, mezhep faşisti ülkeler büyük suçludurlar. Hainlik, kalleşlik, arkadan vuruculuk onların ezeli karakterleridir. Burası tamam. Müslümanların asıl sorunu bu değildir ki. Eğer bizzat kendi içlerinde, kendi dillerini konuşan, kendi inanç ve düşüncelerini paylaşır gibi görünenler arasında, yukarıda anılan düşmanla işbirliği içerisinde, bu ihanette rol sahibi olanlar varsa, asıl sorun bu değil midir? Bu sorunun çözümü üzerinde düşünmek gerekmez mi? DAEŞ, FETÖ ve benzeri örgütlerin kışkırtıcıları ne kadar dışarıda bulunursa bulunsun, mensupları neticede Müslümanların arasında dolaşmaktadır. Onları var kılan sebepler üzerinde düşününce, ortaya çıkan tablo nasıl bir göstergeye sahiptir? İlahi Kitap böyle oluşumlara asla imkân vermez. Ancak Müslümanların tarihinde ve kültüründe benzer örnekler bulmak mümkündür. En yakın örneğini Haşhaşilik olarak bizzat Türkiye Cumhurbaşkanı hatırlatmıştı. Ancak onun da yeniden düşünmesi gereken daha birçok arızalı malzeme, Müslümanların maalesef böyle zayıf karakterli, düşük ahlaklı kesimi üzerinde müthiş derecede etkindir. İslâm’a göre Allah’tan başka hiç kimsenin helal/haram koyma hakkı ve yetkisi yoktur. Ancak Müslümanların kültürüne bakıldığında, bazen uydurma bazen de ciddi saptırma ve yanlış anlamalar sonucunda, kimi sözlerin Allah Elçisi’ne mal edilerek kullanıldığı ortadadır. Böylesi kaynaklara itibar ederek davrananların öncelikle uyarılması gerekmektedir. Dikkatle bakıldığında sözü edilen örgütlenmelerin tamamı böylesi uydurma birikimlerle davranarak adeta birer canavar kesilebilmektedirler. Üç beş yıl öncesine kadar, şu anda müthiş FETÖ düşmanı kesilen kaç kişi, bu meczup adamın böylesine barbar ve vahşi ruhlu olduğunu tahmin edebilirdi? Bu durumu ABD tarafından casus olarak kullanılmasıyla açıklamak yeterli cevap olabilir mi? Bu adamın din telakkisinde, esin ve besin kaynaklarında kendisini böylesine gaddarlaştıran bir itikat ve ahlak anlayışı yok mudur? Bütün ana caddeden çıkma iddiasıyla muhtelif kollara ayrılan küçük oluşumlar, mezhep, tarikat, parti, sınıf, vakıf, dernek ve benzerleri kendilerini yeniden ana kaynağa göre test etmelidir. Türkiye’deki kaos ortamını düzeltmek birinci amaçları olmasın varsın. Ölümden sonraki diriliş gününde verecekleri hesabı düşünsünler. Bir de uğraşlarının insan fıtratı ve vicdanına ne ölçüde uyup uymadığına bakıversinler. Kanaatimizce onların büyük bir bölümü daha yola koyulmadan oracıkta döküleceklerdir. Çünkü çoğunun ana kaynağı ne yazık, İlahi Hitap değil beşeri yargılar ve organizelerdir. Aralarındaki ayrılıkların boyutuna bile bakıldığında ana caddeden her birisinin ne ölçüde koptuğu, bu sebeple de birbirleriyle hem anlayış hem de yaşayış çatışması yaşadıkları gözlenecektir. Mezhep çatışması derken parti, tarikat, vakıf, dernek, kulüp fanatizmini, bunun yanına faşizan eğilimleri de katmalıdır. 15 Temmuz 2016 kalkışmasıyla foyası tamamen ortaya dökülen FETÖ örgütü yahut fırkası dışında, Türkiye’de onun mevkiine talip, onu kapmaya hazır daha bir nice marjinal fırka bulunduğunu asla unutmamalıdır. Gerçi bütün Müslüman coğrafya böylesi oluşumlara açıktır. Hatta denebilir ki Türkiye öteki ülkelere göre daha arka sıralarda yer almaktadır. Buna rağmen yine de Türkiye bakımından gelecek zamanlarda benzer tehlikeli örgütlenmelere karşı duyarlı olunmalıdır. DAEŞ yahut FETÖ gibi örgütlerin akrabaları her vakit ortalıkta cirit atmakta, iktidarlara, halka, kamuoyuna masum ve şirin gözükmek için nice fantezilere başvurmaktadırlar. Merhum şehid Seyyid Kutub’taki cihat kavramının içeriğinde, kendisine asla besin kaynağı bulamayacak olan DAEŞ ve benzerleri, pekâlâ, “Hazreti Muhammed filmini asla seyretmeyin” diyen sözde aydınların ürettiği haram ve yasakların göğsünden emerek gürbüzleşebilir. Türkiyeli Müslümanlar TBMM’de bugünlerde görüşülen yeni kısmi Anayasa değişikliğinden haberlidirler. Oradaki bir madde, seçme ile beraber seçilme yaşının da on sekize indirilmesini önermektedir. Şimdi yaşı on sekiz de olsa genç bir Müslüman’a, bir filmi izleme hususunda yasak koymak mı yoksa ona, kendinden emin olması gerektiğini öğütleyerek, filmi açık yüreklilik ve cesaretle izlemeye gitmesini, gerekirse de kıyasıya eleştirmesini istemek mi önerilmeliydi? Mağlubiyeti, ödlekliği, korkaklığı, silik ve sinikliği, özgüven noksanlığını peşinen kabullenen bütün yasaklayıcı tavırlar, bu toplumun geleneğinde de aynıyla mevcuttu. Nitekim şimdiki yasakçıların da gelenekçi, gerici kimlikleri ortadadır. Gelenekle Yüzleşmek Haramın da farzın da çoğaltıldığı, artırıldığı fıkhi zeminler en tehlikeli ortamlardır. Çünkü söz gelimi “İslâm Düşüncesi” gibi bir söylem bile mahsurludur. İslâm, İlahi Vahiy’den ibarettir. O, bir düşünce ürünü değildir. Bu sebeple belki İslâmî Düşünce’den söz açılabilir. Ve yine “İslâm Tarihi” gibi çalışmaların bile tashihe ihtiyacı vardır. “Müslümanların Tarihi” diyerek yeni bir çığır açmak en çıkar yol gibi gözükmektedir. Birtakım içtihad manzumeleri beşeri birikimden ibaret olduğundan, onları Müslümanların kültürü olarak tanımlamak doğrudur. Ne Ebu Hanife ne Şafii ne de İbn Haldun ile İbn Arabî İslâm’ın bizzat kendisini temsil etmezler. Ancak ulaştıkları hakikat ve doğruları Allah’a hamletmiş, aradaki yanlışları da kendi uhdelerine almış değerli İslâmi düşünce insanlarıdır her birisi. Birikimlerini Müslümanların birikimi olarak görmek, eldeki hamulenin birebir -kaydü şart ile itirazsız- İslâm kavramı içerisinde değerlendirilmesi sonucuna vardırmamalıdır hiç kimseyi. Müslümanların siyasal hayatlarını tanzim etmek amacıyla üretilmiş siyasetnamelere, itikadi hayatını düzenlemek amacıyla düzenlenmiş akaid metinlerine ve pratik hayatı düzenleme çabası taşıyan ilmihallere, yeniden dönülüp bakılmaktan başka çare yoktur. Dikkatle bakıldığında görülecektir ki gerek DAEŞ ve gerekse de FETÖ örgütünü meşrulaştıran, yaptıklarını İslâmiymiş gibi gösteren yığınla düşünüş, inanış ve uygulayış örnekleri vardır. DAEŞ lideri ve mensupları acaba hangi kitapları okuyarak, hangi akaid manzumesine inanarak, hangi fıkıh ilkesinden hareketle, mevcut katliamları işlemekte ve bütün dünyaya Müslümanları şiddet ve terör taraftarı, İslâm’ı da bunun kaynağı olarak göstermektedir/görünmesine sebep olmaktadır? FETÖ örgütünü 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte kınayan, olumsuzlayan, karalayan, dışlayan çabalar çoğaldı. Kimi sempatizanlar gönülden ya da kerhen karşı duruş sergilediler. Fakat yine aynı çevreler, Türkiye’de mevcut ve mesela bizzat FETÖ’yü fikirleriyle doğurduğu aşikâr olan öteki Nurcu hareketlerden niçin bağımsız düşünerek aklamaya çalıştılar? FETÖ liderinin eserleri, gazeteleri, dergileri yakıldı, geri dönüşüme aktarıldı. Görsel medya unsurları kapatıldı. Onun yerine FETÖ’cü olmayan ama Nurculuğa devam edenler ve Nurculuğun asıl liderinin eserleri aklanmaya çalışıldı. Hatta devlet eliyle Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Said Nursi’nin eserleri yayımlanmaya başlandı. Bu çelişki değil midir? Said Nursi’nin eserleri -sahiden eğer kendisine ait ise-, Fethullah Gülen’de rastlanan hezeyanları aynen taşımaya devam etmiyor mu? DAEŞ ve FETÖ gibi oluşumların kaynağı araştırılırken asıl üzerinde durulması gereken öncelikli husus politik değil itikadidir. Bütün Müslümanların artık bunu görmesi gerekmektedir. Benzer oluşumların tamamının din telakkisinde, dindarlıklarında marazi bir durum mevcuttur. Onlardan hiçbirisi kendisini İslâm’ın dışında görmemektedir. Hatta asıl Müslümanların kendileri olduğuna dair kesin inançlılıkları ve iddiaları nasıl görülmez? En son 19 Aralık 2016 tarihinde bir Rus diplomatı arkasından vurarak katleden 22 yaşındaki genç polisin adanmışlığını, ehli sünneti tekeline almış çevreler, mutlaka ama mutlaka açıklamalıdırlar. Geleneğin kurtarıcılık, adanmışlık, aracılık, şefaat ve veli kültüne dair en ufak bir malumatı bulunanlar bilirler ki, o zavallı genç polisin, genç bedenini, uğruna feda ettiği nihai bağlayıcılığın itikadi zemini burada yatmaktadır. Düşünebiliyor musunuz şu anda hapishanede yatan FETÖ örgütü üyeleri arasında, hapishane duvarlarının bir gün kendiliğinden açılarak, onların arasına Hazreti Yusuf’un gireceği ve kendilerini ebediyen kurtaracağı inancı yaygınlaştırılmaktadır. Ehli sünneti tekeline alan gelenekçilere böyle bir şeyin olamayacağını söyleyin ve alacağınız cevabı bekleyin. Benim aldığım cevap şudur: “Olamaz mı, neden olmasın, Allah’ın gücü buna yetmez mi; Hazreti Yusuf gelemez mi?” Maalesef böylesi itikatlar, kimi Müslüman görünüşlü çevrelerde de yaygındır. Oysa eğer Allah’ın gücünü -hâşâ- ölçmeye kalkıyorsanız, bilmelisiniz ki Allah’ın zulmetmeye de gücü yeter; peki, O, kullarına zulmeder mi? Benzer söylemleri herkesin bir yerlerden hatırlayacağını düşünüyorum. Ancak böyle kritik dönemlerde dile getirenler, tartışanlar pek yoktur. Bu ve benzeri itikatlar, modern zamanlarda, “reformist” etkilerle doğmuş olabilir mi? Acaba yeni zamanlarda Müslümanlar yeni ilmihaller ve akaid metinleri yazdılar da habersiz mi kalındı? Besbelli hiç de durum bu merkezde değildir. Onların tamamı geleneksel metinler üzerinden bir dindarlığa mensup olmuşlardır. Ortalıkta dolanan yığınla uydurma hadis, totaliter siyasetnameler, taklidi imanı caiz gören, elfazı küfür müessesesi ile ehli kıbleyi rahatlıkla tekfir ettiren, tekfir ettirmekle kalmayıp katlini vacip gösteren metinleri, sanki son iki yüz yılın ıslahatçı ve yenilikçi düşünürleri mi kaleme aldı? Facebook denilen, çoğu kere fesatbuk gibi kullanılan alanda, Halep şehri tahliye ve tahrip edilirken Müslümanların, üçer beşer defa Fetih Suresi’ni okumaları, birileri tarafından tavsiye edilmektedir. Şimdi birilerinin hatırından şöyle geçecektir; ne mahsuru var, hem maddi yardım yapıyorlar hem de Kur’ân okuyorlar. Evet, pek mahsuru yokmuş gibi görünüyor. Öyle ya oturup okumanın ne mahsuru olabilir? Unutulmamalıdır ki okumanın değil oturmanın mahsuru vardır, oturmanın. Oturmayla birlikte geleneğin kader ve tevekkül anlayışında, ciddi marazlar ve mahsurlar vardır. Onları zihinlerden ve kalplerden temizlemeden, ne DAEŞ ne FETÖ ne de Rus diplomatı arkadan vuran zavallı genç polisin, vahşeti ve barbarlığı cennet yolu zanneden fanatizminden kurtulur İslâm Milleti. Aşikâr olan hakikat şudur: büyük Müslüman kitlenin şirazesi kaymış, pusulası bozulmuştur. Civası akmış, mıknatıs özelliği ortadan kalkmıştır. Pusulası, kılavuzu, rehberi hileli ve bozuk olan bir toplumun ulaşacağı menzil, elbette ya DAEŞ ya da FETÖ olacaktı. Pusulayı onarmadan, değiştirmeden, kılavuzu birlemeden onlara dünyevi ve uhrevi kurtuluşun yolu açılmayacaktır. Çünkü İlahi Rehberliğin biricik kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim, Bakara Suresi’nin daha başında, bu Kitap’ta asla yanıltıcılık, yanlış yönlendiricilik bulunmadığını, ancak Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanların (muttakilerin) ebedi kurtuluşa ereceklerini öğretmektedir. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
‘Mumyalanmış Dil’dir Düşünmenin Düşmanı-2 - 19/10/2019 |
Düşünme kendiliğinden ve her basamağında, her modelinde dinamik bir eylemdir. Durup düşünmek denildiğinde de dinamizminden bir şey kaybetmez. |
‘Mumyalanmış Dil’dir Düşünmenin Düşmanı -1- - 09/08/2019 |
Dilin mumyalanması, dondurulması demek ise, bireyin düşünme mekanizmasını iptal ederek, kendisini, kendisi gibi bir beşerin iradesine bağlaması demektir. Doğrudan bağlanma da denilebilen bu irtibat, rabıta diye de bilinmektedir. |
İNSAN KİMDİR? - 03/05/2019 |
Sözsüz vahyin dilinde doğrudan insan teki ile alakalı ifadeler, büyük çoğunlukla olumsuzluklara dair karakterlerin tasviri yüklüdür. |
Bin Birinci Endişe - 03/04/2019 |
Dindarlığı Nereden Başlatmalı? |
Şairce Bir Hasret, Çığlık Hürriyeti - 24/02/2019 |
“Çığlık Hürriyeti” ifadesi elbette sözün gelişi bir genç şairin özlemiydi. Aslında hürriyet tek başına bugün bütün Müslümanların üzerinde yeniden düşünmeleri gereken önemli bir kavramdır. |
EYVAH DEİZM YAYILIYOR DERHAL “İSLAM’I GÜNCELLEMELİ” - 18/09/2018 |
Münasebetsiz hatta densiz bir haber, devlet başkanını yukarıda tırnak içerisinde verdiğimiz sürçi lisana mecbur etti. |
MARTİN LUTHER DE BÖYLE Mİ DEMİŞTİ? - 26/06/2018 |
Kanaatimce Müslüman dünyadaki ana blokları gelenekçiler ve modernistler diye değil, muhafazakârlar ve devrimciler diye tanımlamak daha sağlıklı olacaktır. |
Muhafazakâr Telaş Nereye Kadar? - 04/04/2018 |
1 2 Şubat 2016 Cuma günü Türkiye camilerinde okutulan Diyanet İşleri Başkanlığı çıkışlı hutbe, sosyal medyada tartışmalara sebebiyet verdi. İçim kabul etmedi, Rabbim ise kabul etti mi etmedi mi bilmiyorum. |
Taş Bitti, Şehir Kentsel Dönüşümün Altında Kaldı - 19/05/2017 |
Taş Bitti, Şehir Kentsel Dönüşümün Altında Kaldı |
![]() |