![]()
Metin ÖNAL MENGÜŞOĞLU
bursaseyirdefteri1@hotmail.com
MAHALLENİN NAMUSU
11/03/2017 -Kardeş sen nerelisin? Diyalog böylece sürer gider. Ne tatlı beraberlikler, akrabalıklar kurmuştur Anadolu insanı birbirleriyle. Bir benzerini başka toplumlarda bulamayacağınız bu muhteşem mozaik, bütün yer altı ve yer üstü zenginliklerinden çok daha değerlidir, çünkü insana dair münasebetler bütünüdür. Ünlü Azerbeycanlı şair Bahtiyar Vahapzade’nin dizelerini hatırlayalım: Bir aileye, bir kabileye, bir köye, bir kasabaya, bir millete, bir şehre, bir mahalleye aidiyet ve mensubiyet kaçınılmazdır. İnsan, toplum halinde, Topraktan gelmiş ve toprağa gidecek olan insanın bünyesinde, doğup büyüdüğü toprağın hamuru, mayalanmış bir sıla hasreti olarak daima var bulunacaktır. Ne var ki yeni zamanların modası globalizm, küreselleşme, başka söyleyişle evrensellik gösterisi, kimilerini şaşırtmış, haramzadeye çevirmiştir. Sanki duvar deliğinden çıkmışçasına aile, mahalle, şehir ve millet kimliğini yok sayarak, evrensel görünmeyi marifet sanmaktadırlar. Bilinmelidir ki bir aile, şehir ve mahalle mensubiyeti ve aidiyeti yaşamamış bulunan yahut böylesi bir mensubiyeti küçümseyenler, asla evrensel olamazlar. Kişi kendi olmadıkça, bir kimlik ve kişilik sahibi, tek başına bir değer taşımadıkça, evrensel olan kitle arasında kaybolup gider. Evrensellik, benlik bilinci, ben idrakini yitirmemiş insanlar tarafından gerçekleştirilirse, yazımızın başında sözünü ettiğimiz beraberlikleri var kılar. İnsan öncelikle bir aile evladı, bir mahallenin çocuğu olarak şekillenir, kimlik ve kişilik kazanır. Mendilimde Kan Sesleri adlı harika şiirinde Edip Cansever ne güzel söylemişti: Şiir böyle uzayıp gidiyor. Birbirine buncabenzeyen bu insanları benzer kılan şey, aynı mahallenin çocukları olmaları değil midir? O halde kimin kime, hangi sebeple caka satma hakkı olabilir ki? Düşünelim bakalım, nedir bütün bu ayrışmalar, kavgalar, küslükler, kinler, garezler? Umurbey Mahallesi’nde bir terzi vardı. Mahallemizin muhtarıydı. Bilseniz nasıl güzel bir insandı Erdoğan Uçarsu abi. Usta işi elbiseler dikerdi. Hemen arka sokağında oturmaya başlamıştım. Benim Elazığ, Diyarbakır, Malatya ve İstanbul’dan bir hayli terzi dostum vardı. Terzilerde oturmuş kalkmışlığım çoktur. Bu sebeple yerleştiği şehirlerde terziler aramışımdır. Onu ise yerde ararken gökte bulmuştum sanki. Artık elbiselerimi ona diktiriyordum. Allah nasip etti iki adım ötemde terzi bulunan bir evde oturmaya başladım. Erdoğan abiyle sohbetlerimizde anlatırdı. Vaktiyle şehir merkezinde bir terziye çırak olarak girmiş. Her gün evden çok erken vakitlerde çıkar, yaya olarak yokuş aşağı Setbaşı Köprüsüne doğru yürürmüş. Esnafın dükkânlarını erken vakitlerde açtığı o yıllarda sırasıyla bakkal, manav, terzi, berber, sütçü, simitçi kime rastlarsa hepsiyle mutlaka selamlaşarak yol alırmış.Rahmetli, o günleri yâd ederek içini çeker, şimdilerde insanların birbirlerinden selamı bile esirgediklerini söyler hüzünlenirdi. Ben Asyalı Bir Ozan adlı ilk şiir kitabımda bir bölümün adı: Sokağa Dair’ler idi. Orada şöyle yazmıştım: O günkü duygularımı hiç eksiksiz bugün de aynen hatırlıyor hatta kimse kızmazsa yaşıyorum, diyeceğim. Bir sahiplenmeydi benim yaptığım. Bir namus bekçiliği de diyebilirsiniz. Mahallenin namusu. Şerif Mardin hocanın, Türkiye’de başörtüsü meselesinin yoğun tartışıldığı yıllarda dile getirdiği, Mahalle Baskısı fenomeni, şeklinde adlandırmak da mümkündür. Evet, böyle bir baskıyı bizler de hissederdik. Ne var ki bundan şikâyetçi değildik. Öteki mahallenin çocukları bizim mahallenin kızlarına bakar, onları rahatsız ederlerse, karşılarında bizi bulurlardı. Elbet bunun tersi de olurdu. Mahalle hazları, hatıraları, paylaşımlarıyla insana şekil veren, insanı otokontrole tabi tutan yönüyle bir zamanların harika bir toplum birimiydi. Apartmanlaşma, evlerin dikine büyümesi bütün hayatımızın altını üstüne getirdi. Artık mahalle bakkalı, mahalle kasabı, mahalle manavı, mahalle berberi, mahalle kahvesi yok. Güya evrenselleşti insanlık. Herkes yalnızlaştı. Kimsenin dostu kalmadı. Benlik bilinci değil, ben idraki değil yaşanmakta olan, acı veren, yürek yakan bencillik adlı bir virüstür insan kanına giren. Bilirsiniz yeni kuşaklar başka türlü sevdalanmakta. Başka türlü şiirler, şarkılar ve müzikten hoşlanmakta. Başka türlü bir sevgi dili kullanmaktalar. Çok sevdiğim şair arkadaşlarımdan birisinin güzel kızı bir hikâye kitabı yayımlamış, bir nüshasını da bana postalamıştı. Eseri okudum, hoş, sevimli öyküler vardı. Ne var ki hemen her öyküde sıklıkla kullanılan bir söyleyiş dikkatimi çekti. Şöyle konuşturuyordu yazar kızımız, aksiliklerle karşılaşan kahramanlarını: “Kahretsin!” Hepsi bu kadar. Peki, Türkçemizde böyle bir söyleyiş var mıydı? Bu dil kime aitti? Mektup yazdım ve sordum kızımıza. Farkına vardı ve televizyon izleme alışkanlığının etkisinde kalan diline ait bu söyleyişin, yanlışlığını itiraf etti. Televizyon da bir tür mahalleyi terk edişin araçlarındandır diye düşünüyorum. Yeni kuşakların takdir ettiğim bir başka marifeti daha var. “Şiir Sokakta” diyorlar. Benim kuşağım, altmışlı yetmişli yıllarda hatta seksenlerde de kısmen devam eden duvar yazılarını, daha çok ideolojik savaş sloganlarına ayırmıştı. Birileri “Tek Yol Devrim” ötekiler “Hak Yol İslam” bir başkaları da “Tanrı Türkü Korusun” yazarak yüreklerini yatıştırırdı. Şimdilerde de elbet ideolojik sloganlara sarılanlar yok değil. Ne var ki o yılların heyecanı pek kalmadı. Şimdiki sloganlar artık savaş ağzı kokmuyor. Eski ve son derece tehlikeli sloganlar yerine sevgi sözcüklerinin çoğalması umudumdur. “Şiir Sokakta” diyen genç kuşaklar arasında deha çapında zeki çocuklar var. Grafiti yani duvar yazı ve resimleri sanatını uygulayan gençler, sokakları süsleyen, göz ve zihin zevkini kamçılayan eserler üretiyorlar. Birilerini belki rahatsız etse, duvar sahiplerinin öfkesini üzerlerine çekse de, doğrusu ben genç insanların bu tavırlarını yadırgamıyor hatta rast gelirsem tebrik ediyorum. “Şiir Sokakta” imzasıyla bizim arka sokaktaki apartmanlardan birisinin “Önüne bakmasan diyorum Çarpışsak artık.” Genç delikanlı ya da kızımız, arzu ettiği kişiyle çarpıştı mı, aralarında neler gerçekleşti bilmem mümkün değil. Yalnız şunu biliyorum ki burada muhteşem bir sanat zekâsı ve ince bir idrak mevcut. Bu çocuk her kimse, mesela bu yazıyı okuyorsa onunla mutlaka tanışmak isterim. Beni görmeye gelmese bile bu alanda mutlaka çalışmasını dilerim. Eğer, geçmişteki gibi birbirinin bütün ihtiyaç ve sıkıntılarından haberdar mahalleliler olsaydık, onu illa ki bulur ve elinden tutmaya çalışırdım. Gelin görün ki alt komşumun bile ismini bilmiyorum şimdilerde. Mahalle yeniden var kılınabilir mi? Yeniden birbirinden haberli, birbirinin tuzuna, maydanozuna, limonuna, sarımsağına muhtaç sevgili komşuları, akşam oturmalarına çağırmak, onlarla dertleşmek mümkün müdür? Giden, geri gelmiyor, bunu hepimiz biliyoruz. Ancak gidenin geriye bıraktığı izlenim aramızda daima yaşar. Mahalle camisinin tuğlalarını dizen usta, mahalle çeşmesinin oluğunu değiştiren sucu, mahallenin hem muhtarı hem terzisi Erdoğan abi unutulmuyor. Mahallenin ismini değiştirmeye kalkışanlar, bütün hatıralarımızı bir anda ortadan kaldırmak isteyenler, bize iyilik etmezler. İnsan hatıralarla yaşadığı gibi, ne demişti şair, “insan yaşadığı yere benzer.” Bahtiyar Vahapzade’nin yukarıda aktarılan dizeleri, yanılmıyorsam şimdilerde Konya Türküsü olarak kimi okuyucular tarafından seslendiriliyor. Ne muhteşem çağrışımları vardır son iki dizenin: “Gezmeye gurbet eller / Ölmeye vatan yahşi.” Yaban elleri görme, tanıma, oralarda gezme, dolaşma, hatta tanımak maksadıyla gurbetin sokaklarında kaybolma teşebbüsü, insana emsalsiz hazlar tattırır. Böyledir ancak hiç kimse gurbette uzun süre kalmaktan hoşnut olmaz. Hele ki ölümlü insan, cesedinin yabancı yerlerde unutulmasını asla istemez. Ölmek ancak öz yurdunda insanı teselli edecektir. Yurttan kovulmuş kimi sanat, düşünce ve siyaset insanlarının ölmek için yurtlarını arzulamaları boşuna değildir. Mahallenin namusu orada yaşayan her sakinin omuzlarına, hem hak hem de sorumluluk olarak yüklenmiş demektir. Mahallenin insanını, çocuklarını, kadınlarını, camisini, çeşmesini, ağaçlarını, köpeklerini, kedilerini, varsa tavuklarını, bakkalını, manavını, kahvesini, berberini, kasabını, bahçelerini, yemişlerini hülasa adını, sanını, hatıralarını korumak namus bekçiliği ise, böylesi namusun bekçisi olmayı her sakin onur saymalıdır. Dar anlamdaki en güzel yurdumuz, mahallemiz yaşasın diye ne yapabiliriz? |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
‘Mumyalanmış Dil’dir Düşünmenin Düşmanı-2 - 19/10/2019 |
Düşünme kendiliğinden ve her basamağında, her modelinde dinamik bir eylemdir. Durup düşünmek denildiğinde de dinamizminden bir şey kaybetmez. |
‘Mumyalanmış Dil’dir Düşünmenin Düşmanı -1- - 09/08/2019 |
Dilin mumyalanması, dondurulması demek ise, bireyin düşünme mekanizmasını iptal ederek, kendisini, kendisi gibi bir beşerin iradesine bağlaması demektir. Doğrudan bağlanma da denilebilen bu irtibat, rabıta diye de bilinmektedir. |
İNSAN KİMDİR? - 03/05/2019 |
Sözsüz vahyin dilinde doğrudan insan teki ile alakalı ifadeler, büyük çoğunlukla olumsuzluklara dair karakterlerin tasviri yüklüdür. |
Bin Birinci Endişe - 03/04/2019 |
Dindarlığı Nereden Başlatmalı? |
Şairce Bir Hasret, Çığlık Hürriyeti - 24/02/2019 |
“Çığlık Hürriyeti” ifadesi elbette sözün gelişi bir genç şairin özlemiydi. Aslında hürriyet tek başına bugün bütün Müslümanların üzerinde yeniden düşünmeleri gereken önemli bir kavramdır. |
EYVAH DEİZM YAYILIYOR DERHAL “İSLAM’I GÜNCELLEMELİ” - 18/09/2018 |
Münasebetsiz hatta densiz bir haber, devlet başkanını yukarıda tırnak içerisinde verdiğimiz sürçi lisana mecbur etti. |
MARTİN LUTHER DE BÖYLE Mİ DEMİŞTİ? - 26/06/2018 |
Kanaatimce Müslüman dünyadaki ana blokları gelenekçiler ve modernistler diye değil, muhafazakârlar ve devrimciler diye tanımlamak daha sağlıklı olacaktır. |
Muhafazakâr Telaş Nereye Kadar? - 04/04/2018 |
1 2 Şubat 2016 Cuma günü Türkiye camilerinde okutulan Diyanet İşleri Başkanlığı çıkışlı hutbe, sosyal medyada tartışmalara sebebiyet verdi. İçim kabul etmedi, Rabbim ise kabul etti mi etmedi mi bilmiyorum. |
DAEŞ Menziline Nereden Varılır? - 18/06/2017 |
DAEŞ Menziline Nereden Varılır? |
![]() |