![]()
Selami SAYGIN
selamisaygin@gmail.com
AYASOFYA'DA BATI VESAYETİ YIKILIRKEN
21/07/2020 MEB Abidin (Özmen) Bey’in, 29 Kasım 1949’da Ayasofya Hatıra defterine yazdıklarına bakılırsa, Ayasofya’nın camilikten çıkarılıp müze yapılması çalışması 1931’de başlamıştır. Abidin Özmen, sofrada aldığını söylediği “büyük şifahi emirle” Ayasofya’da sıva altında kalan Bizans mozaiklerinin çıkarılması için, ABD’li Bizans Enstitüsü Müdürü Thomas Whittemore’ya özel bir izin belgesinin verilmesini temin eden 7 Haziran 1931 tarihli bir hükümet kararnamesi CB Kemal Paşa’nın imzası ile yayınlandı.İtalya’nın balkanlarda yayılmacı siyasetinden dolayı müttefik arayışına giren Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne üye olmak için, Batı ülkeleri ile ittifakını kolaylaştıracak bir adım olsun diye, Ayasofya’da Bizans mozaiklerini ortaya çıkarma çalışması başlatmıştır iddiası, inandırıcılığı zayıf bir iddiadır. Çünkü Lozan görüşmeleri esnasında Ankara’ya gelen İngiliz gazeteci Grace M. Ellison’a Kemal Paşa “Hıristiyanlara dünya gözünde layık olan onuru vermek için elimizden ne gelirse yapmaya çalışacağız ve Ayasofya’yı bir cami olarak korumakla, Katolik Kilisesinin gerçekten haysiyetini incitiyorsak, onu ya bir müzeye çevireceğiz ya da tamamen kapatacağız.” demiştir. (An Englishwoman in Ankara, 1923 London, s.244-245. Türkçesi: Bir İngiliz kadını Gözüyle Kuva-i Milliye Ankarası, Türkçesi: İbrahim S. Türek, Milliyet Yayınları, İstanbul 1973, s.248) Ayasofya’nın Lozan görüşmelerinde pazarlık konusu yapıldığı açıktır. Neyin karşılığında Ayasofya’yı cami olmaktan çıkarma sözünün verildiği hakkında literatürde henüz bir bilgi yoktur. Ankara hükümetinin, Bizans mozaiklerine duyduğu sevgi ve bağlılıktan dolayı böyle bir kararı almış olacağı ihtimalini doğrulayacak bir bilgi de ortada yoktur. Kararı tümüyle siyasi beklentiler için alınmış olmalıdır. Ancak asıl soru, Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması için neden 1931’in beklendiğidir. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Joseph C. Grew’in de payı olabilir. Çünkü Grew, 1919 Paris, 1922 Lozan görüşmelerinde de ABD heyetinin başkanı sıfatıyla hazır bulunmuş birisidir. Hükümetin bu kararından yerli basın bile sonradan ABD ve İngiliz gazetelerinde, Bizans Eserleri Enstitüsü çalışmalarından dolayı haberi olmuştur. Ayasofya’nın camilikten çıkarılmasında Batılıları memnun etme isteğinin yanında halka karşı bir çeşit güç gösterisi, kabadayılık olarak da görülebilir. Çünkü Ayasofya’nın kapatılarak Bizans mozaiklerinin aranması çalışmaları adeta gizlilik içinde yürütülmüştür. Cumhuriyet Gazetesi bile bu gizlilikten ve müze yapma çalışmalarından tedirgin olmuştur: “Gazetelerde Ayasofya’nın bir müze olarak tanzim edileceğini okudukça afallamakta devam ettiğimizi itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Kendi kendimize mütemadiyen ‘Ne müzesi’ diye soruyoruz. Ayasofya’nın kendisi zaten en güzel bir müze ve belki ondan daha üstün başlı başına bir tarihi abidedir. Bu abideyi herhangi bir müzeye çevirmeye bizim aklımız ermiyor…” Ayasofya’nın resmen müze olarak açılmasından bir ay önce, müze çalışmalarından memnun kalan Yunanistan Başbakanı Venizelos, 12 Ocak 1935’de Nobel Barış Komitesine gönderdiği mektupta, “Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne” aday göstermişti. Elbette Ayasofya’nın müze yapılmasından memnun kalan sadece Yunanistan Başbakanı Venizelos değildi. Her ne kadar, Ayasofya’yı müze yapan kararnamede, “Eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan İstanbul’daki Ayasofya Camisinin tarihi vaziyeti itibarı ile müzeye çevrilmesi bütün şark alemini sevindireceği, insanlığa yeni bir ilim müessessi kazandıracağı cihetle müzeye çevrilmesi” denilerek, şark aleminin sevineceğine işaret edilmiş ise de o alemden sevinç haberi literatürde hiç yer almadı. Buna karşılık Yunanistan Başbakanı Venizelos’tan başlayarak hep Garp aleminin sevinç haberleri literatürde yer aldı. Bizans mozaiklerini ortaya çıkarma çalışmaları bittikten sonra 24 Kasım 1934’de yine bir hükümet kararı ile Ayasofya’nın müze yapıldığı ilan edilmişti. Şubat 1935’de ise “Ayasofya Müzesinin” resmi açılışı yapılmıştır. ABD ve İngiliz yönetimleri bu karardan çok memnun kalmıştır. 1936’da Türkiye’ye gelen İngiltere Kralı VIII. Edward, Ankara’ya uğramaz. İstanbul’a gider. Türkiye’nin bütün yönetim kadrosu Kral için İstanbul’a taşınır. Her taraf İngilizce yazılarla donatılır. Kral ise CB Kemal Paşa ile yarım saatlik bir görüşmeden sonra Ayasofya’yı ziyaret ederek Türkiye’den ayrılır. İngiltere Kralı, Ayasofya’nın müze yapılması için: “çok isabetli olduğunu buyurmuşlardır” diye takdirkar bir üslup kullanması gazetelerde haber olur. (Cumhuriyet Gazetesi, 6 Eylül 1936) Böylece 1453’den 1931’e kadar 488 yıl cami olan Ayasofya, CB Kemal Paşa öyle istedi diye 1934’de resmen müze yapılır. Elbette hiç kimse ona, niye böyle yaptın diye bir soru sorma imkanına, hakkına sahip olmamıştır. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diye her tarafa yazıldığı bu dönemde Ayasofya’nın müze yapılmasını asla kimse eleştiremediği gibi yeniden cami yapılmasını da kimse talep edememiştir. Ayasofya’nın halka rağmen müze yapılmasını halkın ezici çoğunluğu hiçbir zaman kabullenmemiştir. Tek parti döneminde Ayasofya’nın cami yapılmasını isteyemeyen halk, çok partili hayata geçişle birlikte her zaman siyaset erbabından, “Ayasofya’nın yeniden cami yapılmasını” istemiştir. Sağ parti iktidarları için de halkın bu talebi daima yerine getirilmese bile dikkate alınması gereken bir husus olmuştur. 27 Mayıs Darbecilerinin fiilen iktidar olduğu dönemde 1965’de Adalet Partisi İzmir senatörü, Ömer Lütfü Bozcalı Cumhuriyet Senatosunda, Kıbrıs olaylarının da muhtemelen etkisiyle ve Yunanistan’ın Kıbrıs politikasına bir misilleme olarak Ayasofya’nın yeniden cami yapılmasını teklif etmiştir. Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki hükümet , Ayasofya’nın cami yapılması için Diyanet İşleri Başkanlığından (DİB) görüş istemiştir. Hükümet muhtemelen kendisine nasıl bir görüş yazılmasını da el altından DİB’e bildirmiştir. Dönemin DİB Tevfik Gerçeker ise “Ayasofya müzesinin, müze halinde iken ibadete açılmasına mani bir durum yoktur” diye hem hükümetin tutumunu hem de halkın talebini gözeten bir cevap yazmıştır. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Adalet Partisi (AP) / Süleyman Demirel ezici bir çoğunlukla seçimleri kazanarak iktidar olmuştur. Böylece hükümetin DİB’den Ayasofya için görüş istemesi seçim sonuçları üzerinde muhtemelen Demirel’in lehine etkili olmuştur. Çünkü AP’nin tek başına iktidar olması halinde Ayasofya’nın cami yapılacağı görüşü halk üzerinde giderek etkili olmaya başlamıştır. İki dönem AP tek başına iktidar oldu ama Ayasofya’nın statüsünde bir değişiklik olmadı. 1965 genel seçimlerinden sonra kurulan Demirel Hükümetinin devlet Bakanı Refet Sezgin, “Vatandaş olarak Ayasofya’nın cami haline ifrağına ve ibadete açılmasına muvafık mütalaa ediyorum. Hükümet üyesi olarak bu meseleyi hukuki durumu bakımından yetkili kurullara götürüp tektik etmesinin kararındayım. Ben şahsen bunun ibadete açılmasını talebeliğimden beri düşünürüm” diye verdiği ikircikli cevap AP tabanında tartışmalara yol açmıştı. CHP medyası AP’lilerin bu isteğine şiddetle tepki göstermişti. Demirel ise başbakan sıfatıyla yaptığı açıklamada; “Ayasofya’nın ibadete açılması hakkında öteden beri çeşitli yollarla yetkili mercilere intikal etmiş dilekler mevcuttur. Son zamanlardaki dilekler evvelki isteklerin tekrarı mahiyetinde yine yetkili kurumlara intikal etmektedir.” Diye bir tercih belirtmeden bu konuda vatandaşın artan talebini kabullenmiştir. 27 Mayıs darbecilerinin CB seçtirdiği Cemal Gürsel’in tutumu da önemli olmuştur. Halkın talebini önemsemeyen, iktidarı için halkın rızasına da ihtiyaç duymayan darbeci general, “Çok fena söylerim, söyletmeyin bana. O devirler geçti. Ayasofya ile cami ile medrese ile uğraşacak vakit geçti. Memleketin bin bir derdi, meselesi var, asıl onlarla uğraşalım” diyerek Ayasofya için Yunanistan hükümeti ile benzer bir tepkiyi göstermiş oldu. Başbakan Demirel ise halktan geldiğini söylediği Ayasofya talebini gündeminden çıkarmış, CB Gürsel’e cevap bile vermemiştir. 1967’de Türkiye’yi ziyaret eden Papa VI. Paul’un Ayasofya’da diz çöküp 45 saniye dua etmesiyle Ayasofya tartışmaları yeniden alevlendi. MTTB’li öğrenciler Ayasofya’ya giderek toplu halde namaz kılma eylemi başlattı. Bu eylemlere Ak parti döneminde TBMM Başkanı olan İsmail Kahraman öncülük etti. AP’li yöneticiler, siyasetçiler, köşe yazarları bu konunun zamana bırakılmasını savunarak, halkın talebiyle hükümet arasında bir orta yol bulmaya çalıştılar. 1973 seçimleri öncesinde AP’nin tek başına iktidara gelmesi halinde Ayasofya meselesinin halledilebileceği telkinleri AP taraftarı gazetelerde telkin edilmişti. Ancak 1973 seçimlerinden tek parti iktidarı çıkmadı, koalisyon hükümetleri çıktı. 1975’de içinde AP, MSP (Milli Selamet Partisi), MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) olan Milli Cephe hükümeti kuruldu. Koalisyonun MSP’li devlet Bakanı Hasan Aksay, İstanbul’da yapılacak İslam Konferansı Dış İşleri Bakanları için, Ayasofya’da namaz kılınmasına izin verilmesini ve Ayasofya’nın cami yapılmasını istemişti. Ancak Ayasofya için hükümet böyle bir karar almadığı gibi 1977 genel seçimlerinde Ayasofya meselesi Demirel ile Erbakan arasında önemli bir tartışma konusu olmaya devam etti. Erbakan seçim konuşmalarında fethin açmak demek olduğunu, partisi MSP’nin ambleminin de anahtar olduğunu hatırlatarak bunu ancak MSP iktidarının yapabileceğini söylemesine rağmen, Erbakan’da Demirel’de 1977 seçimlerinden istedikleri sonucu alamamışlardı. Ayasofya’nın statüsünde ilk küçük değişikliği 1980 yazında Demirel azınlık hükümeti yaparak, Ayasofya’nın hünkar mahfilini ibadete açıldı ve yalnızca bir minaresinden ezan okunmaya başlanmıştı. Demirel ise Ayasofya konusunu her zaman olduğu gibi zamana yaymayı, ötelemeyi tercih etmişti; “Gerek Hırka-i Saadeti, gerekse Ayasofya’yı gezdikten sonra anladım ki, Osmanlı Devletini ayakta tutan şey, Hırka-i Saadette okunan Kur’ân ile, Ayasofya minaresinde okunan ezanlardır” diyerek dindar seçmene şirinlik gösterisinde bulunmuş ama Ayasofya için de köklü, kalıcı bir adım atmamıştı. 12 Eylül 1980 Askeri darbesinden iki gün sonra, ibadete açılmış olan Hünkar mahfili/Abdülmecit Mescidi onarım bahanesiyle kapatıldı, minaresinden okunan ezan susturuldu. Ezan sesinde nasıl bir onarım yapıldığını darbeciler açıklamamıştı. 1985’den sonra siyasete dönen Demirel, bir muhalefet lideri olarak, Ayasofya’nın minaresinde ezan okuttuğunu, hünkar mahfilini ibadete açtığını ama askeri darbeyle bunların engellendiğini tekrarlayarak Ayasofya meselesiyle dindar seçmen kitlesini kendi tarafına çekmeye çalıştı. 1988’de Demirel’e çok yakın olan Doğru Yol Partisi (DYP) Isparta milletvekili Ertekin Durutürk, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması için TBMM’ye bir teklif vermişti: “Nefis Kilise kıyamete kadar cami olarak vakfedilmiştir. Bunu Allah’a, ahrete, onun heybetine inanan hiçbir mahluk sultan olsun değiştiremez. Vakıf şartlarının kim değiştirirse, Allah’ın laneti onların üzerine olsun.” İktidar Partisi Anavatan Partisi bu teklifle zor durumda kalmıştı. Demirel ise ne teklife bütünüyle sahip çıkmış ne de onu durdurmuştu. 1989’da fethin 536. Yıl dönümü törenleri için İstanbul’da yapılan bir kutlama töreninde, Ayasofya açılsın diyen partililerin tezahüratlarına karşılık Demirel: “Vakti saati gelmedikçe hiç bir şey olmuyor. İstanbul’un fethi için bile 800 sene bekledik.” Diye zamana yayan politik, esnek cevapla karşılamaya çalışmıştı. 1991 genel seçimleri öncesinde ANAP hükümeti ile DYP arasında Ayasofya meselesi yeniden tartışma konusu yapılmıştı. Zor durumda kalan ANAP hükümeti, 10 Şubat 1991’de, Ayasofya’nın hünkar mahfilinde yeniden ibadet edilmesini ve minaresinden ezan okunması kararını aldı. 1991 genel seçimlerinden sonra Demirel başkanlığında DYP/SHP koalisyon hükümeti kuruldu. Isparta milletvekili Ertekin Durutürk yeniden TBMM’ye Ayasofya’nın ibadete açılmasını teklif edince Demirel’in muhalefetiyle karşılaştı. Demirel şöyle demişti: "Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934 tarihli ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilmiş olup, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümlerine göre de korunması gerekli kültür varlığıdır. Eski eser olması itibariyle, özelliklerinin bozulmaması için, halen restorasyonu yapılan Ayasofya Camiinin iç duvarlarında eşsiz değerde freskler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında badana ile kapatılan bu freskler, müze olarak kullanmaya başlanılacağı sırada, uzmanlar tarafından yapılan dikkatli ve titiz çalışmalar sonunda tekrar ortaya çıkarılmıştır. İbadete açılması halinde -İslam Dinine göre- fresklerin yeniden kapatılması, korunması gereken değerlerin bir daha ele geçemeyecek şekilde yok olmasına neden olacaktır. Camilerin bol olduğu İstanbul'da, çok sayıda turistin yurdumuzu ziyaret etmesine ve Hıristiyan âleminin geniş ilgisinin çekilmesine neden olan Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, İstanbul Şehrine ibadet yönünden hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, korunmaya değer özelliklerin de kaybolmasına neden olacaktır." Demirel böylece meşhur u dönüşlerinden birisini daha yaparak, Ayasofya’nın yeniden cami yapılması tekliflerine karşılık tam karşıda ve 1934 hükümet kararnamesinin yanında yer almıştı. Oysa tıpkı, Selimiye, Süleymaniye, Sultanahmet camilerini her dinen insanın gezmesi gibi Ayasofya’yı da gezmeleri mümkün olabilirdi. Beş yüz yıl boyunca cami olan Ayasofya’nın freskleri korunduğu gibi yine korunabilirdi. Ancak Demirel, Kemalist çevrelerin icat edip kullandığı bu bahanelerle Ayasofya’nın cami yapılması isteklerine karşı durmuştu. Kişisel mülkiyet olarak Fatih Sultan Mehmet’in özel mülkü sayılarak ona göre tapusu 1930’larda yenilenmiş olan Ayasofya’nın, Fatih tarafından yapılan vakfiyesinin dışında başka bir amaç için kullanılamayacağını öngören vakıf kanununu Demirel yok saymıştı. 1994’de Demirel’in CB, Tansu Çillerin Başbakan olduğu dönemde DYP’li Ertekin Durutürk yeniden Ayasofya’nın cami yapılmasını teklif etmişti. Bu teklif ANAP, DYP ve Refah Partililerin desteği ile TBMM gündemine alınmıştı. Teklife evet diyenler arasında İmren Aykut, Işılay Saygın, Abdüllatif Şener, Ayvaz Gökdemir, Koray Aydın, Sedat Bucak gibi bazı ünlü isimler olsa bile, teklife evet diyenlerin sayısı 150’de kalmıştı. Meclis kararına dönüşmesi için 9 oy daha gerekliydi. O dokuz oy daha temin edilseydi TBMM kararı ile Ayasofya cami halini alacaktı. Ama olmadı. O günkü oylamaya Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Alpaslan Türkeş, Deniz Baykal, Muhsin Yazıcıoğlu katılmamıştı. Baykal’ın katılmayışının kendine göre bir açıklaması vardır ama adı geçen diğer liderlerin nasıl olup da bu oylamaya katılarak teklif için gerekli sayıyı temin etmediklerinin makul bir açıklaması yoktur. Ak Parti iktidarında ise uzun yıllar Ayasofya meselesi hükümetin gündeminde yer almadı. 2004’de Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği’nin müracaatı ile Danıştay 10. Dairesi, 1934’deki Bakanlar Kurulu kararının iptal edilmesi isteğini 205’de reddetmişti. 2013’de Ak Parti’nin Kızılcahamam kampında bazı milletvekillerinin “Ayasofya ne zaman ibadete açılacak” diye sorması üzerine dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan; “Sultanahmet boş, Sultanahmet dolarsa Ayasofya’yı da gündeme alırız” diye cevaplamıştır. Benzeri bir cevabı CB seçim kampanyası esnasında 2014’de Tayyip Erdoğan Ortaköy’de tekrarlamıştır. 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde CB Erdoğan, Tekirdağ’da Ayasofya’nın cami yapılması isteğine karşılık daha ağır sayılacak bir cevap vermiştir: “Sultanahmet'i bir doldurun ondan sonra ona bakarız. Bak şimdi Büyük Çamlıca Camii'ni yaptık. 4 tane 5 tane Ayasofya eder. O kadar büyük. 60 bin kişiyi alabilecek kapasitede. Ve Anadolu Yakası'nda tüm İstanbul'da ve Türkiye'de en büyük camii oldu, buyurun. Mesele o değil. Bu işin siyasi boyu var. Yan tarafta Sultanahmet'i doldurmayacaksın, Ayasofya'yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgah. Biz ne zaman, neyi, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız. Adımı nasıl atacağımızı biz çok iyi biliriz.” Mart 2019’da Ayasofya’nın açılması isteğine böyle tepki gösteren CB Erdoğan’ın bir yıl sonra değişen tutumunu, klasik sağ politikacıların devamı gibi görmek yanıltıcı olur. Teslim etmeli ki CB Erdoğan gençliğinden beri “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” diyen bir geleneğe mensuptur. Siyasi nedenlere bağlı olarak sonradan bu geleneğe katılmış birisi değildir. Üstelik Ayasofya’nın açılması isteğini 86 yıl sonra sonuçlandıran birisidir. CB Erdoğan’ın tutumunu klasik sağ politikacıların tutumu ile sırf bu yüzden ayrı tutmak icap eder. Ayasofya’yı açtım, açıyorum sözleri eskiden parti kapatma nedeni olurdu. Hatırlayın ki 2007 e muhtırasının gerekçesi Kutlu Doğum haftası ile 23 Nisan törenlerinin aynı haftaya denk gelmesidir. O halde CB Erdoğan’ın tutumunu bir zamanlama meselesi olarak görmek daha uygun olur. Zamanlama konusunda hatalı olduğu, 3-5 yıl önce de bu işin olabileceği gibi görüşler olabilir. Ancak artık sonucu konuşmalı. Şark Alemini sevindireceğiz gibi komik bir nedene bağlanan gerçekte Hıristiyan Alemini sevindirme amacına bağlı olan Ayasofya’nın 86 yıl kapanması sona ermiştir. Ayasofya’nın açılması her şey demek değildir. Ama önemli bir gelişme olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Ayasofya’yı kapatan sömürgecilerin uzantısı olan zihniyetin beklentisine rağmen AB/ABD’den de kayda değer bir tepki olmamıştır. Ayasofya’yı sadece tarihi bir cami olarak görmek de hatalı olur. Evet tarihi bir camidir ama neredeyse Türkiye’nin bağımsızlığının, egemenlik haklarının sembolü durumuna gelmiştir. CB Erdoğan’ın 2019’da Ayasofya için söylediklerinden yola çıkarak, Ayasofya’nın cami yapılmasına itiraz etmek anlamsızdır. Türkiye üzerindeki Batı vesayetinin sembollerinden birisi olan Ayasofya’nın müzeliğini savunmak Türk halkına karşı, tarihe bir çeşit suç işlemektir. Türkiye’deki Bat vesayetinin siyasi ayağı olan CHP yönetimi muhtemelen içi kan ağlasa da Ayasofya’nın açılışına açıktan itiraz edememiştir. CHP’nin bu tutumu ise Ayasofya’nın yeniden cami yapılmasını kolaylaştırmıştır. Ayasofya’nın açılması ile klasik sağ partiler üzerindeki hegemonik Kemalist korku yıkılmıştır. Sadece Batılı sömürgeciler istedi diye Ayasofya’nın 86 yıl boyunca müze olarak kapalı tutulduğunu gelecek kuşaklara iyi anlatmak icap eder. Güya Ya istiklal Ya ölüm diyenlerin aslında nasıl bir Batılı sömürgecilerin isteklerinin takipçisi, temsilcisi olduğunu anlatan ibretlik örneklerden birisi Ayasofya’dır. Ayasofya’nın cami olarak yeniden açılmasında emeği olan herkesten Allah razı olsun. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
TAHRAN'DA SALMAN RÜŞDİ'NİN GÖLGESİ - 28/07/2021 |
Hindistan asıllı İngiliz vatandaşı Salman Rüşdi (D.Bombay.1947) Eylül 1988’de İngiltere’de “Şeytan Ayetleri” adlı romanını bastırmıştı. Kur’an’a, Hz. Muhammed'e ve onun temiz eşlerine ağır hakaretler/küfürler içeren bir romandı. |
DOĞU TÜRKİSTAN - 21/01/2021 |
Tarihi metinlere göre Türkistan adı, Soğd/Tacik dilinde ve ilk defa 7. Yüzyılda yazılı kayıtlarda yer almıştır. 8. Yüzyılda Arap coğrafyacıları, seyyahları Türkistan adını kullanmıştır. |
TARİH İLE KAVGA ETMEK - 30/06/2020 |
Tarih olayları, bilimsel çerçevede müzakere konusu olmak yerine siyasi kavgaların, yarışların konusu olmaya devam ediyor. |
ESKİ YANLIŞ İLE DOĞRU SONUCA ULAŞILMAZ - 23/06/2019 |
ESKİ YANLIŞ İLE DOĞRU SONUCA ULAŞILMAZ |
KİRALIK BİR DESTANCI VE AJAN NAZIM HİKMET - 26/02/2019 |
Erzurum’dan tanıyıp sevdiğim saygı duyduğum, her haliyle abi olarak bildiğim bir zatın, “Nazım Hikmet ve Erzurum (Doğumunun 117. Yılı Anısına)” başlıklı yazısı ise pek çok açıdan üzüntü vericidir. |
PARTİLER ÜSTÜ ADAY - 01/05/2018 |
Adınla bir defa olsun girip de kazandığın bir seçim oldu mu? Geldiğin her yere bir başkasının adıyla ve himmetiyle geldi isen bu hava bu kibir nereden çıktı? |
Çanakkale Savaşlarına yeniden bakarken - 18/03/2018 |
Çanakkale Savaşlarına yeniden bakarken |
Kahramanlık - 16/07/2017 |
Kahramanlık |
SURİYELİLERE DÜŞMANLIK İNSANLIĞA DÜŞMANLIKTIR - 08/07/2017 |
SURİYELİLERE DÜŞMANLIK İNSANLIĞA DÜŞMANLIKTIR |
![]() |