![]()
Selami SAYGIN
selamisaygin@gmail.com
KİRALIK BİR DESTANCI VE AJAN NAZIM HİKMET
26/02/2019 Erzurum’dan tanıyıp sevdiğim saygı duyduğum, her haliyle abi olarak bildiğim bir zatın, “Nazım Hikmet ve Erzurum (Doğumunun 117. Yılı Anısına)” başlıklı yazısı ise pek çok açıdan üzüntü vericidir.
Çünkü yazıda Nazım Hikmet’in “Komünist yaftasından dolayı mahpushanede mahkumların kendisinden uzak durduğunun” belirtilmesine karşılık, doğrudan Nazım Hikmet’in kendisi: “Ben bir insan, ben bir Türk şairi komünist Nazım Hikmet” diye kendisini tarif ediyor. O halde Nazım için “Komünist yaftası” sözünün anlamı olur mu? Hatırlanmalıdır ki yafta, sözlükte “etiket, mahkumların suçunu belirten ve göğüslerine asılan hüküm yazısı” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Yani Nazım’ın kendisi “komünistliğini” adı gibi kullanır ve tekrarlarken, hatta bununla övünürken, sanki birileri ona dışarıdan böyle bir suçlama isnadında, yakıştırmasında bulunmuş gibi düşünmek çok yersiz değil midir? Nazım’ın kendisi komünist olduğunu hiçbir zaman gizlememiştir.
Nazım’ın “ülkesini çok sevdiği” iddiası da bir icattır. Bir insanın vatan sevgisi nasıl anlaşılır? Herhalde vatana bağlılığından, yaptığı hizmetlerden anlaşılabilir. Nazım 20 yaşında tıfıl bir delikanlı iken 1921’de Bolu’ya Edebiyat öğretmeni olarak tayin edilir. O dönem de Türkiye’nin başkenti dahil bazı bölgeleri işgal altındadır. Nazım milliyetçi sayılacak görüşlerin sahibidir. Ancak Türkiye’yi, öğretmenliği, Bolu’yu bırakarak Moskova’ya gider. Orada üniversiteye kayıt yaptırıp ekonomi bölümünü okur. Komünist olur. Türkiye’yi kurtarmak için geri döner. Kurtarmak sözü elbette sözün gelişidir. Çünkü Nazım’a göre “Türkiye’nin kurtulması, SSCB’ye bağlanmasıdır.” Bu nasıl ülke sevgisidir ki onun SSCB’ye bağlanmasını varlık nedeni haline getirmiştir? 1924’te Komünist faaliyetleri nedeniyle mahkum olunca tekrar Moskova’ya gitmiş ve 1928’de af çıkınca Türkiye’ye dönmüştür. Hatırlanmalıdır ki SSCB’ye gidiş geliş serbest değildir. Nazım’ın orada gördüğü özel muameleye bakınız ki Türkiye’de başı sıkışınca kurtulmak için soluğu Moskova’da alıyordu.
Tekrar Türkiye’ye 1933 genel affıyla dönmüş, yazdığı yazılarda, katıldığı gizli faaliyetlerde Donanmayı isyana kışkırtmak suçundan 1938’de tekrar on beş yıllık hapse mahkum edilmiştir. O mahkumiyetlerinin hikayesi ayrı bir konudur. Ancak Nazım TKP’lidir. TKP’deki kıdemli sayılacaklar, Şevket Süreyya Aydemir vb yazarlarda Moskova’dan Türkiye’ye parti faaliyeti için gelmişlerdi. Ancak cezaevinde pişman olup, özeleştirilerinin sonunda Kemalizmi tercih edince salıverilmişler hatta mevki makam sahibi olmuşlardır. Aydemir “Suyu Arayan Adam” adını verdiği anılarında bu hikayeleri anlatır.
Aydemirin anıları öğreticidir. Çünkü, Nazım için en çok söylenen söz, “o kuvay-ı milliye destanını yazmıştır.” Nerede yazmıştır? Bursa cezaevinde 1939-1941 yıllarında. Muhtemelen Aydemir’in yolundan gidiyordu. Kemalizme iltihak ederek, özel bir af ile cezaevinden salı verilmesini beklemişti.
Madem Kuvayı Milliyeyi bu kadar değerli biliyordu da niye ona katılarak hizmet etmek dururken 1921’de Moskova’ya gitmiştir? SSCB istihbaratı Nazım’da ne bulmuştur ki onun her kaçışında Moskova’da barınmasını temin etmiştir? Moskova’ya kaçışı bir kere değil birkaç defa olmuştur. Kuvayı Milliye bağlısı neden Moskova’ya kaçsın? O destanını cezaevinden salıverilmek umuduyla yazmıştır. Ancak Moskova’ya bağımlılığı, olayları görüp anlamasını engellemiş olmalıdır. Çünkü devrin değiştiğini, kuvayı milliyenin varlık nedeninin artık Türkiye’de suç sayıldığını bile anlayamamıştır. Üstelik 1950’de yine afla salıverilince tekrar Moskova’ya kaçmıştır. Memleketine sevdalı birisi ne diye ikide bir Moskova’ya kaçar? Cezaevinden çıkınca, askere çağrılmış, beni askerde öldürecekler diye korkup kaçmıştır. Çok vehimli birisidir. Hayalcidir. Olmayan korkuların esiridir.
Adnan Menders Hükümeti haklı bir karar ile onu vatandaşlıktan çıkarmıştır. Nazım tutarsız, her gelen iktidar sahibine hizmetten geçinen birisidir. SSCB’ye son kaçışında diktatör Stalini öven şiirler yazdığı için nimetlere boğulmuştur. Buna karşılık Nazım, ölümünden sonra Stalin aleyhine yazmıştır:
Taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâattandı, iki santimden yedi metreye kadar taştan tunçtan alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik, şehrin bütün meydanlarında parklarda ağaçlarımızın üstündeydi, taştan tunçtan alçıdan ve kâattan gölgesi taştan tunçtan alçıdan ve kâattan bıyıkları, lokantalarda içindeydi çorbamızın odalarımızda taştan tunçtan alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik yok oldu bir sabah yok oldu çizmesi meydanlardan gölgesi ağaçlarımızın üstünden çorbamızdan bıyığı odalarımızdan gözleri ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kâadın. Şimdi bu şiir bile Nazım’ın tutarsızlığını, ilkesizliğini göstermeye yeterlidir. Stalin hayatta iken onu övüyor ama ölünce bu şiiri yazıyor. Nazım’ın menfaatin dışında bir kutsalı olmadığından bu tür utanç verici örnekleri şiirlerinde görülebilir. “Türk Dünyasında en büyük şair olarak bilinirmiş.” Hangi Türk Dünyası? SSCB işgalindeki dünya. SSCB rehin aldığı Türklere elbette Nazım’dan başka bir kuş tanıma fırsatı vermemiştir. Türkistan’da, Balkanlarda, Mehmet Akif ya da Arif Nihat tanınacak değildir. Nazım, Türkleri SSCB’ye kayıtsız şartsız itaate çağırdığı için zaten Moskova’da ağırlanmıştır. Ağırlandıkça yazmış, yazdıkça da ağırlanmıştır. Yazdığı Türkçe ile, Türklerin esaretini cennet gibi göstermeye çalışmıştır. Bu durumda o esir Türk Dünyasında Nazım’ın tanınması, aslında Nazım’ın SSCB’ye ajanlık ettiğinin, onun hesabına çalıştığının belgesidir. Türklerin SSCB’de esir olmasını, rehin olmasını meşru gören Nazım, Türkler için “Milli Şair” olabilir mi? Onun milliliği elbette SSCB’ye ayarlıdır ancak Türk’ün özgürlüğünün, haklarının, kimliğinin, dininin, tarihinin düşmanıdır. O düşmanlık SSCB nezdinde onu itibarlı bir ajan haline getirmiştir.
Menderes Hükümetinin vatandaşlıktan çıkardığı bu Nazım’a Ak Parti Hükümetinin 2009’da yeniden vatandaşlık vermesi yanlıştır ve ayıptır. Ak Parti, Nazım’ın vatandaşlıktan çıkarılma gerekçesinin hangisine katılmıyor? O gerekçeler yok sayılabilir mi? Asla yok sayılmaz. O halde Ak Parti bu konuda yanlış yapmıştır. Ak Partinin bu yanlışı Nazım’ı ibra eder mi, etmez. Sadece Ak parti’nin yanlışı olarak kalır, o kadar.
Nazım’ım cezaevinden kurtulmak için kuvayı milliye destanını yazdığını hatırlayalım. Yazdıkları çoğunlukla Kemalist tarih icadının, tarihin tahrif edilmesinin tekrarıdır. Orijinal hiçbir görüş yoktur. Destanında Erzurum Kongresine yer vermiş. Kongrede, “emperyalizme karşı dövüşten, Şurayı milliden, İrade-i milliyeye dayalı Şurayı milliden, asi gelmeyelim hilafete ve saltanata diyenler var iken, vatan bir bütündür, Manda ve himaye kabul edilemez denilmiş…” Kongre kararı diye nazım’ın destanında yer alan bu cümlelerin neredeyse tamamı yalandır, düzmecedir. Nazım da zaten destan yazmıştır.
Kongrede “Rumluk ve Ermeniliğe karşı, onlar için yapılacak işgallerin asla kabul edilmeyeceği” belirtilmiştir (Mad 3). Hiçbir maddesinde emperyalizmden söz edilmemiştir. Ancak Nazım destanını konjönktöre göre ayarladığı için araya emperyalizm kavramını eklemiştir. O tarihte Nazım’a göre emperyalizm, SSCB’nin karşısında olan ülkeler yani İngiltere, Fransa, ABD vs’dir. Kongrenin yedinci maddesi ise örtülü bir şekilde “manda isteğini” belirtir. Çünkü işgal emeli olmayan ve istiklalimizi kabul eden bir devletten fenni sınai iktisadi yardım kabul edilir denilmiştir. O dönemde itilaf devletleri Türkiye’nin bazı illerini işgal ettiğine göre bu madde de yardımı umulan devlet ABD’dir. Manda kelimesi yerine yardım (muavenet) kelimesi kullanılmıştır. Nazım’ın hayalinde yer alan emperyalizme karşı dövüş gibi bir husus kararlarda yoktur. Bunlar sonradan icat edilmiştir. Nazım’da bu icatları süsleyip destanlaştırarak cezaevinden bırakılacağını zannetmiştir. Ama sonuç umduğu gibi olmamıştır. Nazım cezaevinde Kemalizmin destancısı, Moskova’da ise yüz binlerce Türk’ün katili, Barbar Stalin’in destancısı olmuştur. Bu özelliği de ona, rehin Türkler arasında tanıtılmasına “milli şair” diye bilinmesine, onun ile o çaresiz Türklerin bir kere daha aldatılması, temin edilmeye çalışılmıştır. Erzurum’daki “fenni, sınai, iktisadi” konularda yardımı istenen devletin ABD olduğunu Kemal Paşa, Sivas’a geldiğinde ilan etmiştir. Rauf Orbay ve İsmail Fazıl Paşa ile birlikte ABD Kongresi Başkanlığına gönderdiği bir telgraf ile Türkiye’ye gönderilecek bir heyet ile “Türkiye’de ABD Mandası şartlarının incelenmesini” istemiştir. Kongrede casuslar varmış, “makamı hilafete ve saltanata asi olmayalım” diye telkinlerde bulunmuşlar. Buna rağmen “vatan bir bütündür, manda ve himayede kabul olunmaz” diye karar alındığını Nazım destanında iddia ediyor. Kongredeki konuşmasında Kemal Paşa bile Saltanat ve Halifelik makamına bağlı olduğunu defalarca vurgulamıştır. Yine Kongrede ikinci madde de “Osmanlı vatanının tamamiyeti ve istiklali millimizin temini ve makamı saltanat ve hilafetin dokunulmazlığı için kuvay-ı milliyeyi amil ve irade-i milliyeyi hakim kılmak esastır” diyor. Milli irade doğrudan “padişahlık ve halifeliğin dokunulmazlığı için” gerekli görülüyor. Destancıların iddiası gibi halifelik ve padişahlığa karşı milli irade talep edilmiş değildir. Türkçenin şairi Nazım bu cümleleri bilmez mi? Bilmez ise nasıl Türkçenin en tanınmış şairi olabiliyor? Bildiği halde bu cümlelerin tahrif edilmesini destanlaştırıyorsa usta bir yalancı değil midir? Yalancılıktaki ustalık övülecek bir husus değildir. Aksine utanılacak bir husustur. Erzurum için son yıllarda Nazım’ın destanındaki yalanlarında telkiniyle hayali iftihar sebepleri icat edilmeye çalışılıyor. “Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı şehir.” Erzurum B. Ş. Belediyesi de bu doğrultuda duvar yazıları sokaklara astırıyor. Hatırlanmalıdır ki Birinci Dünya Savaşını kaybeden ülkelerin tamamında (Almanya-Avusturya-Osmanlı) krallık/padişahlık rejimleri yıkılarak yerlerine cumhuriyet idareleri kurulmuştur. Adı geçen savaş mağlubu ülkelerde, Erzurum Kongresine benzer kongrelerde alınan kararlar ile rejimlerinin değiştiğini iddia etmek hem insan aklını hem de tarihi verileri yok saymaktır. Rejim değişikliklerinde elbette savaşı kazanan ülkelerin en çok da İngiltere’nin dahli vardır. İtilaf devletlerinin, savaşta yendikleri ülkelerdeki rejim değişiklikleri ile hiç ilgilenmediklerini, bu değişikliklerin tamamı ile savaş mağlubu ülkelerin iç gelişmeleri sonunda olduğunu iddia etmek ancak bir destan konusu olabilir. Ne yazık ki Erzurum gibi bir şehirde böyle destan hikayelerini ciddiye alanlar çıkıyor. Türkiye’de rejim değişikliğinden ilk önce payını alan şehirlerden birisi de Erzurum olmuştur. Yeni rejimin daha ikinci yılında şapka kanununu protesto edenlerin üzerine açılan ateş sonunda 13 kişi ölmüştür. Otuzdan fazla insan yaralanmıştır. İnsanlık tarihinde emsali görülmemiş bir şekilde şapka meselesi için Erzurum’da bir hanımefendi, Şalcı Bacı adlı bir kadın idam edilmiştir. Türkiye’de yaşanan iktidar değişikliğinde Erzurum Kongresi de bir merhale olmuştur. O merhaleden altı yıl sonra Kasım 1925’te şapka kanunu nedeniyle Erzurum bir büyük felaketi yaşamıştır. Bütün bunlar yok sayılarak, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atılmıştır” diye tekrarlamak ise her halde Şalcı Bacı gibi masumları tekrar tekrar idam etmekle eş anlamlıdır. Nazım Hikmet Türk müdür değil midir? Bu tartışmanın da çok fazla bir anlamı yoktur. Varsın Türk olsun. Ancak Türk tarihinde eşi az bulunur bir destancıdır. Destan yeteneğini, iktidar sahiplerinin hizmetine vermiş birisidir. Yetmiş yıl insanlığa bir kabus yaşatmış olan sosyalizmin, SSCB’nin destancısı olarak insanların aldatılmasına, en çok da SSCB’de rehin olan ve Türkiye’de meskun olan Türklerin aldatılmasında, kiralık bir destancı olarak zalimlere hizmet etmiştir. Erzurum’dan saygı değer bir abi olarak bildiğim bir zatında Nazım’ı ciddiye alan, ona haksızlık edildiği gibi asılsız iddiaların korosuna katılmış olduğunu görmek gerçekten üzücüdür. Nazım’ı vatandaşlıktan çıkaran, ajanı olduğu Moskova’da temelli kalmasını temin eden Menderes Hükümetini, bu konuda katkısı olanları, rahmetle, minnetle anıyorum. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
TAHRAN'DA SALMAN RÜŞDİ'NİN GÖLGESİ - 28/07/2021 |
Hindistan asıllı İngiliz vatandaşı Salman Rüşdi (D.Bombay.1947) Eylül 1988’de İngiltere’de “Şeytan Ayetleri” adlı romanını bastırmıştı. Kur’an’a, Hz. Muhammed'e ve onun temiz eşlerine ağır hakaretler/küfürler içeren bir romandı. |
DOĞU TÜRKİSTAN - 21/01/2021 |
Tarihi metinlere göre Türkistan adı, Soğd/Tacik dilinde ve ilk defa 7. Yüzyılda yazılı kayıtlarda yer almıştır. 8. Yüzyılda Arap coğrafyacıları, seyyahları Türkistan adını kullanmıştır. |
AYASOFYA'DA BATI VESAYETİ YIKILIRKEN - 21/07/2020 |
MEB Abidin (Özmen) Bey’in, 29 Kasım 1949’da Ayasofya Hatıra defterine yazdıklarına bakılırsa, Ayasofya’nın camilikten çıkarılıp müze yapılması çalışması 1931’de başlamıştır. |
TARİH İLE KAVGA ETMEK - 30/06/2020 |
Tarih olayları, bilimsel çerçevede müzakere konusu olmak yerine siyasi kavgaların, yarışların konusu olmaya devam ediyor. |
ESKİ YANLIŞ İLE DOĞRU SONUCA ULAŞILMAZ - 23/06/2019 |
ESKİ YANLIŞ İLE DOĞRU SONUCA ULAŞILMAZ |
PARTİLER ÜSTÜ ADAY - 01/05/2018 |
Adınla bir defa olsun girip de kazandığın bir seçim oldu mu? Geldiğin her yere bir başkasının adıyla ve himmetiyle geldi isen bu hava bu kibir nereden çıktı? |
Çanakkale Savaşlarına yeniden bakarken - 18/03/2018 |
Çanakkale Savaşlarına yeniden bakarken |
Kahramanlık - 16/07/2017 |
Kahramanlık |
SURİYELİLERE DÜŞMANLIK İNSANLIĞA DÜŞMANLIKTIR - 08/07/2017 |
SURİYELİLERE DÜŞMANLIK İNSANLIĞA DÜŞMANLIKTIR |
![]() |