• https://www.facebook.com/bursaseyirdefteri/
  • https://twitter.com/bursed25

                                                               

Mahmut Celal Özmen

Hava Durumu
Videolar
Mahmut Celal Özmen
Sokak Fotoğrafçısı
Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
HER AY BİR KİTAP
Metin ÖNAL MENGÜŞOĞLU
bursaseyirdefteri1@hotmail.com
Şairce Bir Hasret, Çığlık Hürriyeti
24/02/2019

İlahi Hitap’ı okuyanlar da şunu bilir ki kalbine maraz bulaşanlar yahut onu mühürletenler, bizzat o kalplerin sahipleridir. Çünkü şirk, küfür, zulüm, nifak, batıl, fısk, fücur gibi şerli eylemlerin talipleri bilirler ki bu eylemler kalpte hastalık yapar, ısrarlı davrananlarınki ise hak ve hakikate karşı kilitlenir, mühürlenir. Selim kalbi korumanın tek ve en kurtarıcı yolu kalbin akletme melekesini, düşünmenin bütün biçimlerini işlevsel kılmakla mümkündür


Türkiyeli düşünce ve sanat ortamıyla tanışmaya başladığım ilk yıllarda, Malatya’dan türlü merkez dergilerine şiirler, hikâyeler, denemeler postalıyordum. Lise talebesiydim. Malatya Fikir Kulübü’nün en genç müdavimlerinden birisiydim. Bir dosya dolusu şiirim birikmişti. Onları kitaplaştırabilir miyim diye dolaşıyor, düşünüyordum. Adını çoktan tespit etmiştim kitabın; Çığlık Hürriyeti olacaktı.

Etrafımdaki büyüklerden aşırı tepki almıştım. Hürriyetin Müslümanlar bakımından çok da tercih edilecek bir kavram olmadığı düşüncesindeydi hemen herkes. O tarihlerde pek anlayamamıştım ama bugün, böylesi değerlendirmelerin çoğu kere muhafazakâr refleksten doğduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Yakın tarihimiz ve edebiyatımızda hürriyet sözü, en fazla Sultan İkinci Abdülhamit döneminde, bizzat sultana karşı ve bir nevi şamar oğlanına çevrilmiş bulunan, İttihat Terakki lisanîyle tüketilmiş görülmekteydi. İttihat Terakki Fırkası mensupları da Batıcı, Batılı olmakla suçlanan kimselerdi sonuçta. Ne var ki bir kısmı bizzat sözü edilen sultanın açtığı mekteplerdeki tedrisatın ürünüydüler. Buna Mustafa Kemal, İsmet İnönü gibi laik liderleri de rahatlıkla katabiliriz. Ve bu zihinlerin hemen tamamı, baştan ayağa Batılı/Batıcı bir müfredatla öğrenim görmekteydiler. Bu durumu görmezden gelen fanatik Osmanlı hayranları, yine de hürriyetin bir Batılı proje olması ihtimali/ iddiasından geri durmuyorlardı.

Ancak görülmeyen bir başka husus, hürriyet fikrine karşı savunulan Osmanlı Saltanatının, son üç yüz yıldaki Batılı/Batıcı hayat tarzı idi. Saraylardaki hayatı hatırlamak istemeyen fanatik Osmanlıcı ya da gelenekçilerden hiç kimsenin gözüne, oradaki Batılı hayat çarpmıyordu. Oysa ben hiç de alakadar olmayan bir başka noktadan kelimeyi benimsemekteydim. Yenilerde öğrenmeye başladığım İslâm’ın, her mükellef ferde ikram ettiği bir nimet, düşünce ve ifadedeki geniş alan olarak bakmaktaydım. Rabbimizin külli iradesinden bize bağışlanmış cüz’i iradeyi Müslümanlar, kendilerine ikram edilmiş hürriyet alanı olarak görmeyip ne yapacaklardı? O gün bu gündür kendi düşünce, ifade ve inanç hürriyetim üzerinde ne kadar titriyorsam, hangi inanç sistemine bağlı bulunursa bulunsun, benim için “öteki” olan herkes hakkında da, aynı titizliği göstermeye çalışıyorum. Kimsenin benim gibi düşünme mecburiyeti yoktur. Kanaatlerimi böyle özetledikten sonra bu hususta nasıl bir hayalim var(dı) ona geçeyim.

Varlıklı bir aileye yetmiş yıl kölelik yapmış birisini, efendisi nihayet azat etmek istemiş. Ve ona son bir arzusunun olup olmadığını, ne dilerse yerine getireceğini vaat etmiş. Eski köle, efendisinden, kendisine bir köle temin etmesini dilemişti. Öğrendiğimde zihnimi büyük bir boşlukta bulduğum bu olay üzerinde, ömrüm boyunca sürekli düşünmüşümdür.

Hürriyetleri kısıtlanan insanların, en azından bir kısmı için, buna biraz da müstahak olduklarını mı söylemelidir? Şu fanatik Osmanlıcıların hayalhanelerinde de Osmanlı hanedanına yeniden saltanatı iade etmek gibi bir hasret mi yatıp duruyor? Nitekim ilk gençlik yıllarımda, şimdilerde hayli yaşlanmış ve hasta yatağındaki, tarihçiliği kendinden menkul bir yazarın, bu arzusunu kamuoyuna bile açtığını hatırlamaktayım.

Hürriyetimin ve Hürriyetin Serencamı

Düşünce ve sanat hayatım boyunca, bireysel hürriyetime, daima en değerli varlığım olarak baktığımın ve başkalarının da buna aynı oranda sahip bulunduklarını savunduğumun, en somut belgeleri tüm eserlerimdir. Aslında, biraz da yanlış tanımladıkları için hürriyet kelimesini pek sevmeyen bir toplumun üyesiydim. Sanki bu kelimeyi ilk defa Namık Kemal ve sanki yalnızca Sultan II. Abdülhamit aleyhine kullanmıştır yanılgısına değinmiştim. Elbette son derece yanlış bir algıdır bu. 1789 Fransız İhtilali sonrasında, Avrupa toplumlarında baş gösteren hürriyet, eşitlik, kardeşlik gibi kavramların, bizim topluma da o tarihten sonra girdiğini sanmak, büyük bir cehalet örneğidir. Belki şu söylenebilir, Batı dünyasında da Doğu dünyasında da imparatorlukların, saltanatların, krallıkların yıkılışı aynı tarihlere rastlamıştır. Saltanata karşı duranlar ise her iki dünyada da elbet şairler, edipler, eleştirmenler olmuştur. Bu anlamda yalnızca Namık Kemal değil Ziya Paşa, ardından Mehmet Akif’in yazdıkları yeterli fikir vermeye kâfidir.

Şunu unutmamak gereklidir ki her toplum, kavramlara kendi dünya görüşü, duygu, düşünce ve inançlarından hareketle tanımlar vermektedir. Bizim en sıradan sözlüklerimize bakanlar, kelimenin karşılığında şu ifadeleri göreceklerdir: “Allah’a kul olmak haline hürriyet denir.” Sözgelimi Türkçemizde kullanılan özgürlük ve serbestlik kelimeleri, acaba yerli yerinde bir tanımla, ortalama insanların zihninde yerini almış mıdır? Küçük bir hatırlatma buradaki yanlışı açığa çıkarmaya yetecektir. Serbest kelimeleri Farsçadır. Ser, baş demekken, best, bağlı anlamı taşır. Bu durumda serbest başı bağlı biçiminde anlaşılması gerekirken, tam tersi anlamda Türkçeleşmiştir.

Öz-gür de böyledir. Özügür’den türetilmiş olmalıdır. Ve öz Türkçe gibi görünse de, Müslüman bir toplumun duygu, düşünce ve inanç manzumesine karşılık verememektedir. Çünkü tanrı tanımaz toplumların, insanı/bireyi varlığın temeline yerleştiren anlayışlarını yansıtmaktadır. İnsanın bu anlamda özü, gür değildir. Maddi özü toprak olsa da onun manevi özünde Kur’ân-ı Kerim’de ifadesini bulan “İlahi Ruh” mevcuttur. Yani “insan, başıboş yaratılmamıştır.” (Kıyame Suresi:36)


Allah’ın isimleri arasında sıklıkla kullanılan Rab kelimesi, terbiye ile akrabadır. Bu anlamda Allah, bütün insanları teker teker ve kendisinin adeta şaheseri olarak, temizlikle terbiye edilmiş (hanif) bir fıtrat üzere yaratmıştır. Ve insan Allah’ın kuludur fakat hiç kimsenin kölesi değildir. Hür bir varlıktır.


Jacques Ranciere, Cahil Hoca adlı eserinin son paragrafında, insanı daima hakikati arayan varlık olarak tanımlayan felsefenin kurucusu Joseph Jacotot’un mezar taşına, takipçilerinin, “Özgürleşmenin Amentüsü” saydıkları şu sözleri yazdıklarını aktarır: “İman ettim, Tanrı insan ruhunu kendi kendini, hocasız olarak eğitmeye kadir olarak yaratmıştır.” Demek ki Allah’ın terbiyesinde, insanın kendini terbiye edebilecek bir yetenek yüklemesi de mevcuttur.


Ivan Illich’in Okulsuz Toplum adlı kitabındaki tezi hatırlanacak olursa, Jacques Ranciere’nin Cahil Hoca eserinde zikrettiği “tahsil, özgürlük gibidir, verilmez alınır” sözü daha bir anlam kazanacaktır. Nitekim benim yıllardan bu yana sürdürdüğüm sohbet usulünün adını “Hür Düşünce Mektebi” olarak belirleme, ayrıca okul yerine mektep kelimesini tercih etme sebebim de bu açıklamayla vuzuha kavuşacaktır umarım. Okul kelimesi scola’dan türemiştir. Bilindiği gibi skolastik de aynı kelimenin türevlerinden birisidir. Neredeyse hürriyetin tam zıddına denk düşen bir anlamı çağrıştırmaktadır. Hürriyet, bizim iman tanımımızın bile temel kelimesidir. Batı sözlüklerinde “bir inceleme araştırma konusu olmaksızın, körü körüne, dogmatik biçimde ve hatta saçma olduğu bilinerek benimsenen, kabullenilenlere inanç denilir” ifadesi yer almaktadır. Oysa Müslümanlar imanı “bir bilgi, bilinç, arayış, seçim, hiçbir zorlama olmaksızın gönüllü, hür bir benimseme” şeklinde tanımlamaktadırlar.

Yazar, Muharrir ve Hürriyet

Geçmişte öğrenim faaliyetinin kurumu maarif olarak anılırdı. Bu kelime, tanıma, bilme anlamı taşımaktadır. Mektep kelimesi de yazmak ile ilgili olduğuna göre okuryazarlık, öğrenim, bilme ve tanımaya karşılık gelen bütün bu kavramsal yapıyı, niçin tercih etmemiz gerektiği açık değil midir?

Hürriyet kelimesinden türetilmiş ve eskilerde çokça kullanılan muharrir kelimesinin de, son derece aydınlatıcı bir anlamı vardı. Bugün yazar dediğimizde aynı anlam kümesi asla hatıra gelmemektedir. Çünkü muharrir, kelimelere, sözlere hürriyet kazandıran kişi demektir. Yani tek başlarına ya hiç ya da daha dar anlamlar taşıyan sözleri, kelimeleri bir araya getirerek, onlardan daha derin, daha köklü, daha etkili cümleler kuran, kurabilen kişiydi muharrir. Yazarlık işinin hürriyet ile alakası şu bakımdan çok önemlidir. Yazarken hür olan, duyarken, düşünürken, inanırken de hür kalmış demektir.

Hayalim, ülkemin bütün şehirlerinde, bölgelerinde sivil, resmi müfredattan bağımsız, Hür Düşünce Mektepleri açılması yönündeydi ömrümce. Çünkü yeni ve modern eğitim modelleri, resmi okullar, ne yazık yine Jacques Ranciere’nin uyarısıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. O diyordu ki: “özgürleştirmeden eğiten, aptallaştırır.” Nitekim biliniyor ki aptallaşmanın bir başka türlüsü de öğrenimi taklit üzerine kurmaktan geçmektedir. Hele ki bütün insan teklerini biricik yaratmış bulunan Allah’ın yaratışına aykırı olarak, resmi müfredat programlarıyla herkesi birbirlerine benzetme çabası, tek tipleştirme hastalığı, bugün kalabalık kitleler yaratmakta, ancak kişilik ve nitelik bakımından ciddi bir körleşmeye neden olmaktadır.

Ranciere’ye yeniden müracaat edecek olursak şu ifadeleri, yol gösterici nitelikte bulunacaktır: “Cehalette hiyerarşi yoktur. Cahil birinin bir kez yaptığını, bütün cahiller her zaman yapabilir. Doğada birbirinin aynı iki varlık yoktur. Dünyanın yasası bireyselliktir.” Düşünürümüz arkasından şöyle bir ekleme yapar: “Tembellik, bedenin uyuşukluğu değil, kendi kendini küçük gören bir zihnin giriştiği edimdir. Yok, yapamam, der öğrenme işinden kaytarmak isteyen cahil.” Dünyanın yasasındaki bireysellik üzerinde biraz durunca ne görülmektedir? Müslüman kültürüne besbelli Hint düşüncesinden aktarılmış çilecilik, kendini horlama, Kur’an’daki nefs kavramını Türkçeye kendi olarak çevirmek yerine, sanki insandaki kötülük odağıymış gibi gösteren geleneksel öğretiden, maalesef şahsiyeti ortadan kaldıran, onu Allah’ın adeta elinden alarak bağlı bulunduğu beşeri ekolün emrine veren, köle ruhlu tipler çıkmıştır. Bireysellik kavramını işitince titreyenler, onu bencillik ve egoizmle karıştıran eksik düşüncelilerden başkası olamaz.

Verilen örnekler ve yaklaşımlar, cehalet ile tembelliği nasıl ilginç bir biçimde bir araya getirmektedir; aralarında yaşadığımız toplum üyelerinin bu uyarıdan alacağı bir hayli ders olmalıdır. Eski kıraathaneleri yani okuma merkezlerini, bugün cafelere çevirerek oralarda, en değerli nimet olan zamanı boş işlerle harcayan genç nüfusu, yeniden kıraathanelere çekmenin yöntemleri aranmalı değil midir?


İnsan Ne ile Yaşar adlı küçük ama muhteşem eserinde Tolstoy, “emek ucuz ekmek pahalı” diyerek, Çarlık Rusya’sındaki adaletsizliğe değinmekteydi. Ancak daha önemli sözleri zaman kavramı üzerineydi: “Tek önemli vakit vardır; içinde bulunduğumuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir.”


Kendi Varlığının Farkına Varmak

Tolstoy’dan dersini iyi çalışmış bulunan bilgemiz Aliya İzzetbegoviç ise, Müslüman toplumlar bakımından, benzer bir uyarıda bulunmaktaydı, İslâm Deklarasyonu adlı eserinde. Müslüman toplumların geçmiş tarihleriyle övünme alışkanlıklarını hatırlatmaktaydı öncelikle. Atalar kültü, ecdat muhabbetini, yeni zamanların önünde engel olacak boyutta yücelten toplumlar, elbette önlerini göremezler. Bu nedenle bilgemiz Aliya, ne yapacaksak “şimdi ve burada” yapmak durumundayız diyerek, Bosna toplumuna unuttukları hakikati yeniden hatırlatmıştı.

Yine Aliya’ya müracaat edecek olursak, ondan başka bir vecizeyi hatırlarız, diyordu ki: “Bizi toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.” Tohum, içerisindeki canlı hücreyi uzun süre saklayabilen bir nesnedir. Acaba dünyanın gündeminde, siyasi otoritesini yitirmiş biçimde, uzun yüzyıllardan bu yana yatıp duran Müslüman hücreler de, aynı canlılığı barındırmayı sürdürüyorlar mıydı? Son İlahi Hitap ve tahrif edilmiş olsa da, önceki semavi metinlerin de barındırdığı Ashab-ı Kehf kıssasını elbette boşuna zikretmemiştir. O, Yedi Uyuyanlar, mağaralarından çıkarak yeni hayata sanki işte aynen böyle katılmakta, uyum sağlamaktalardı. Aliya ile birlikte bütün düşünen Müslümanların merakı, böylesi bir uyanış ve diriliş istikametinde yoğunlaşmaktadır inşallah.

Fen ve teknoloji, bilim ve sanat, hiyerarşi taşır. Sınama yanılma yöntemleriyle ortaya konulan uğraşla, usta çırak ilişkisiyle denenen yapbozlar, insanı bilgiye ve ustalığa ulaştıracaktır. Bunun birinci şartı ise kişinin kendinin farkına varmasıdır; Platon’dan beri söylene gelen “kendini bilme”sidir. Unutulmamalıdır ki kişi kendinin, öz varlığının, kendindeki cevherin farkına varamamış, kendini küçümsemişse, o, aynı zamanda başkalarını da küçümseyecek ve topluma zarar verecektir. Dikkatle bakıldığında, bütün evren, insanlığa düşünme imkânı sunan, kocaman potansiyel bir yaratık gibidir. Fırsatlar, nimetler, imkânlar, varlığın doğasında taşınıp durmaktadır. İnsan, yaratılmış varlıkların özü olduğunu, Allah’ın emanetini taşıyan, kendisine bütün tabiatın bakir biçimde teslim edildiği bir yetki ve sorumluluğa sahip bulunduğunu bilmek durumundadır. Kendi kendimize zimmetlendiğimiz gibi, yaradılıştan itibaren bütün evren/ tabiat da insana zimmetlenmiştir. Kendimizi ve dışımızdaki dünyayı koruma, kollama, sahiplenme sorumluluğumuz vardır.

Zekâsını başka bir zekânın esiri ya da kölesi yapanların, üretici ve yaratıcı potansiyellerini yitireceklerini bilmeleri gerekmektedir. Ve onlar sorumluluktan kaçan, tabansızlar olarak göçüp gideceklerdir. İşte tam bu nedenle, insanın ciddi bir hürriyet bilgi ve öğrenimine gereksinimi vardır. Hür Düşünce Mektebi özlemimizi militarist disiplinler, rozet ve üniforma sağlayan scolalar gideremez. Hürriyet, kişiyi yaşanan hayatın nesnesi olmaktan çıkartır; onu üretici ve yaratıcı kılarak sahici bir özneye dönüştürür. “Bir kere de azmettin mi artık Allah’a dayan” (Âl-i İmran3/159) İlahi buyruğu da insanı bu istikamette bir manifestoyu sahiplenmeye teşvik değil midir? Bilimin ve sanatın da kendi içerisinde, özgün bir disiplini bulunduğunu kimse yadsıyamaz. Ancak bu askeri bir disiplin ya da biçimsel bir üniforma halinde karşımıza çıkmaz.

Düşünme üzerinde biraz daha durulacak olursa, insan bedenini nereye kilitlerseniz kilitleyin, düşünme yetisini salt bu yolla ortadan kaldıramazsınız. Düşünmek isteyen kimse, en karanlık zindanda bile yoluna devam edebilir. Ancak insanın bir dayanma gücü vardır. Ona gücünün üstünde bir yükleme yapıldığında, o zaman düşünmesine engel olunabilir.

Düşünmenin bir başka boyutu ve özelliği de, bir sonuca varıncaya kadarki süreçten sorumlu tutulmamasıdır. Sonuç yanılma ya da isabet olabilir. Ortaya konan eylem, sahiden düşünce ise eğer, yani arzu, heves ya da başka bir duygu, heva sanılmıyorsa, her iki sonuç da insanın onuruna zarar vermeyecektir. İslâmî fıkıhta, müçtehit, ortaya koyduğu kanaatinde isabet etmişse iki, yanılmışsa bir sevap kazanır, diye bir yaklaşım vardır. Yani düşünmek, başlı başına özendirilmiştir. Düşünen insanın yanılgısına dahi hem de uhrevi ödül veren yüce İslâm, insan irade ve hürriyetine işte böyle muhteşem bir yol açmıştır.


İnsana her şeyden önce öğretilmesi gerekeni, okullarda vermek ne yazık mümkün olmamaktadır. Çünkü tüm okullarda, tüm insanlara, devlet aygıtının öngördüğü, izin verdiği, çoğu kez sansürlediği modeller sunulmaktadır. Bunu yadırgamayabilir, hatta her devletin yükümlülüğü olarak görebilirsiniz. Ancak şurası unutulmamalıdır ki, yetki ve sorumluluklar, cansız varlıkların, hukuken hükmi şahsiyet sayılan kurumların değil, doğrudan insanların yani bireylerindir. İnsanlar devletler için değil devletler insanlar için vardır.


Hürriyet ve paralelinde istiklalin bir tanımı da “maddi ve manevi bakımdan kimseye bağlı, tâbi olmama, kimsenin buyruğu altında bulunmama, bağımsızlık”tır. Gelin görün ki tarih, büyük çoğunlukla tersine işlemiş ve kölelik ve esaret hayatı, hürriyet hayatına daima baskın çıkmıştır. Elbette devlet aygıtını toptan inkâr eden anarşistleri meşrulaştırmak değildir bu satırların amacı. Amaç şudur ki devletler, kendi standartları dışına çıkmak isteyen, şiddet ve terör içermeyen, kimseyi ötekileştirmeyen, başkasının hürriyet alanına tecavüz etmeyen sivil ve bağımsız oluşumlara engel olmamalıdır. Hatta onların önünü açıcı olanaklar sağlamalıdır. Çünkü özellikle de sanat alanında, okullaşma mümkün değildir. Sanat, usta çırak ilişkisiyle gelişen, oluşan bir alandır. İnsanların yaratıcı potansiyelini ortaya çıkarmak, onun kendisi kalmasını sağlamakla, başkasına benzetmeye çalışmamakla ve bağımsızlaştırmakla gerçekleşecektir.

Kendini Tanımanın Yolu

Kendini tanımanın yolu herhalde standart kalıpların dışında kalarak bulunacaktır. Bu anlamda düşünce, kültür ve sanatın temel gıdası, besini hürriyettir, bağımsızlıktır. Köleliğin ve esaretin bedensel olanı elbette acı verir. Ancak zihinsel kölelik, insan onuru bakımından daha aşağılayıcı bir durumdur. Aliya tekrar gündemimize girerek diyor ki: “Diş ağrısı acı verir ahmaklık acı vermez. Dolu bir mide, boş bir ruh” neye yarar? Hayat boyu özgün ve hür düşünmeden kendisini mahrum bırakmış, her zaman başkalarının çiğnediği yolu taklit ederek yürüyen kopyacı kimselerin, bir kimliği belki vardır ama kişiliklerinden söz açılamaz. Kimlik, çoğu kere insanın iradesi dışında oluşur. Kendi seçmediği bir ana babanın çocuğu yine kendi seçmediği bir ismi taşır.

İnsanın kişiliği ise hür seçimiyle oluşacaktır. Böyle bir seçimi gerçekleştirmemiş ya da gerçekleştirememiş birisinin kişiliğinden söz edilemez. Türkiye toplumu bakımından geleneksel anlamda ezberlenmiş irade, kaza ve kader bahisleri yeniden sorgulanmaya ve doğru anlaşılmaya başlamadan, sözü edilen modele ulaşmak şimdilik kolay gözükmemektedir. Ne var ki Allah’tan umut kesilemeyeceği gibi, ecel gelinceye kadar insandan da umut kesilmemeli diye düşünüyoruz. Düşünme, konuşma, okuma, yazma gibi eylemleri sürdürmemizin amacı budur.


Kalbin Marifetleri adlı eserimi kaleme alırken İlahi Hitap’ta kalp kelimesinin farklı konum ve durumlarını görmüş ve üzerinde durmuştum. Bilindiği gibi, kelime anlamı değişebilen dönüşebilen olan kalbin, selim kalp, marazlı kalp, mühürlü kalp şeklinde üç durumu vardır. Marazlı ve mühürlü kalpler, hürriyetleri elinden alınmış, insan fıtratına yabancı unsurlarla kuşatılmış halleri anlatır. Yalnızca selim durumdaki kalbin sahibi gerçekten hürriyetini korumuş demektir. Ve Allah’ın insandan beklediği iman, ilim ve ahlaka ancak düşünen selim kalp sahipleri ulaşabileceklerdir. Hürriyeti nasıl tanımlamıştık: Yalnız Allah’a kul olmak ve yalnız Ona kulluk etmek haline hürriyet denir.


Son bir husus şudur, marazlı ve mühürlü kalplerin hürriyetini elinden alan kimdir? Klasik cebriyeci mantık bu soruya utanmadan Allah cevabını verebilir. Bunu kanıtlamak maksadıyla Allah Resûlü’ne atfen kimi sözler de uydurabilir. Ancak İlahi Hitap’ı okuyanlar da şunu bilir ki kalbine maraz bulaşanlar yahut onu mühürletenler, bizzat o kalplerin sahipleridir. Çünkü şirk, küfür, zulüm, nifak, batıl, fısk, fücur gibi şerli eylemlerin talipleri bilirler ki bu eylemler kalpte hastalık yapar, ısrarlı davrananlarınki ise hak ve hakikate karşı kilitlenir, mühürlenir. Selim kalbi korumanın tek ve en kurtarıcı yolu kalbin akletme melekesini, düşünmenin bütün biçimlerini işlevsel kılmakla mümkündür.

“Çığlık Hürriyeti” ifadesi elbette sözün gelişi bir genç şairin özlemiydi. Aslında hürriyet tek başına bugün bütün Müslümanların üzerinde yeniden düşünmeleri gereken önemli bir kavramdır. Fiziksel kölelik bir biçimde bedensel acı verir, insanı yaralar. Ve sınırlı sayıda dayanma gücüyle atlatılır, sonu ölüm bile olsa. Nitekim böylesi durumlarda zulme ve haksızlığa uğramış olanların en azından ölümden sonraki hayatı kazanma ihtimali bulunmaktadır. Ancak zihinsel köleliği benimsemiş birisinin buradan kurtuluşu imkânsız olduğu gibi ölümden sonraki hayatta hesabı çok çetin olacaktır. Kurtuluşu da mümkün gözükmemektedir. Allah en doğrusunu bilir. 



1241 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

‘Mumyalanmış Dil’dir Düşünmenin Düşmanı-2 - 19/10/2019
Düşünme kendiliğinden ve her basamağında, her modelinde dinamik bir eylemdir. Durup düşünmek denildiğinde de dinamizminden bir şey kaybetmez.
‘Mumyalanmış Dil’dir Düşünmenin Düşmanı -1- - 09/08/2019
Dilin mumyalanması, dondurulması demek ise, bireyin düşünme mekanizmasını iptal ederek, kendisini, kendisi gibi bir beşerin iradesine bağlaması demektir. Doğrudan bağlanma da denilebilen bu irtibat, rabıta diye de bilinmektedir.
İNSAN KİMDİR? - 03/05/2019
Sözsüz vahyin dilinde doğrudan insan teki ile alakalı ifadeler, büyük çoğunlukla olumsuzluklara dair karakterlerin tasviri yüklüdür.
Bin Birinci Endişe - 03/04/2019
Dindarlığı Nereden Başlatmalı?
EYVAH DEİZM YAYILIYOR DERHAL “İSLAM’I GÜNCELLEMELİ” - 18/09/2018
Münasebetsiz hatta densiz bir haber, devlet başkanını yukarıda tırnak içerisinde verdiğimiz sürçi lisana mecbur etti.
MARTİN LUTHER DE BÖYLE Mİ DEMİŞTİ? - 26/06/2018
Kanaatimce Müslüman dünyadaki ana blokları gelenekçiler ve modernistler diye değil, muhafazakârlar ve devrimciler diye tanımlamak daha sağlıklı olacaktır.
Muhafazakâr Telaş Nereye Kadar? - 04/04/2018
1 2 Şubat 2016 Cuma günü Türkiye camilerinde okutulan Diyanet İşleri Başkanlığı çıkışlı hutbe, sosyal medyada tartışmalara sebebiyet verdi. İçim kabul etmedi, Rabbim ise kabul etti mi etmedi mi bilmiyorum.
DAEŞ Menziline Nereden Varılır? - 18/06/2017
DAEŞ Menziline Nereden Varılır?
Taş Bitti, Şehir Kentsel Dönüşümün Altında Kaldı - 19/05/2017
Taş Bitti, Şehir Kentsel Dönüşümün Altında Kaldı
 Devamı
Her Ay Bir KİTAP

www.massiftasarim.com
E-Mas Reklam
Son Dakika Haberler
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar19.093719.1702
Euro20.705620.7886
sanalbasin.com üyesidir
Duyuru
Bursa Seyir Defterinde; Bursa hakkında makaleler, gezi ve tanıtım yazıları, etkinlik ve duyurular (sergi, konser, konferans, panel v.s) kültür sanat haberleri, fotoğraf albümleri, videolar, Bursa Medya Portalı (Bursa Gazete-Dergi manşetleri, linkleri) yer alacaktır. Bursa Seyir Defteri, Bursa hakkında sözü-çalışması olan herkese açıktır.