• https://www.facebook.com/bursaseyirdefteri/
  • https://twitter.com/bursed25

                                                               

Mahmut Celal Özmen

Hava Durumu
Videolar
Mahmut Celal Özmen
Sokak Fotoğrafçısı
Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
HER AY BİR KİTAP
Metin ÖNAL MENGÜŞOĞLU
bursaseyirdefteri1@hotmail.com
Muhafazakâr Telaş Nereye Kadar?
04/04/2018

1 2 Şubat 2016 Cuma günü Türkiye camilerinde okutulan Diyanet İşleri Başkanlığı çıkışlı hutbe, sosyal medyada tartışmalara sebebiyet verdi. İçim kabul etmedi, Rabbim ise kabul etti mi etmedi mi bilmiyorum. O günün namazını bulunduğum mekâna yakın bir camide eda ettim; ben de söz konusu hutbeyi dinledim. Besbelli bu rahatsız edici hutbeyle yetinmedi. Diyanet, bu sefer 19 Şubat tarihli hutbenin girişinde, yine kimi Peygamberlerin isminin anıldığı, Son Peygamber’in hepsinden üstün olduğuna değinilen yeni bir hutbeye daha ihtiyaç duydu. Ardından aynı hafta içerisindeki bombalı saldırıda ölen askerler için dua istendi.

Bir ilim adamının başkanlığını yaptığı kurumun tek tipçi bu tavrı beni düşündürdü. Bu inat ve ısrar neyin nesiydi diye. İlk hafta okunan hutbede birçok muhakkik ilim ehli tarafından sıhhatinin şüpheli olduğu söylenen bir sözü, Peygamber hadisi olarak nakledip, belli bir görüş sahiplerini hedef alarak karalayan, cahil ve elbette cehennemlik gösteren bu tavır, dikkat çekiciydi.

Gelenekçi Neye Yaslanmaktadır?

Malumdur bir vakitten bu yana iktidara yakın çevrelerde, onların basın yayın organlarında yazan, konuşan kimileri “Kur’ân İslâm’ı” taraftarı gösterdikleri birilerini hedefe koyarak, ciddi eleştirilerde bulunmaktadırlar. Yetmedi, çevrede yaşanan sıcak siyasal kargaşayı da içine alan yeni yorumlarla, “Ehl-i Sünnet” omurgasının tehlike altında bulunduğu ihbar ve ihtarını yaparak, galiba kendilerince zinde saydıkları güçleri göreve çağırmaktadırlar.

Zinde güçler muhafazakâr iktidar olsa gerek ki, söylem sahiplerinin iktidara yakınlıkları gizlenememektedir. Muhtemelen yöneticilerin akidesi de, görünürde ekseriyetle muhafazakâr espri taşı- yor diye, onlara, onların başında bulunduğu kimi kamu organlarına (mesela Diyanet İşleri Başkanlı- ğı) yaslanmaktan geri durmuyorlar.

Evvela söz konusu hutbedeki tartışmaya medar olan metni okuyalım. Güya Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sakın sizden birinizi, emrettiğim ve yasakladığım bir konu kendisine ile tildiğinde, köşesine yaslanmış olarak cahilce, ‘biz Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız; hadis tanımayız!’ derken bulmayayım!” Bu sözün başka versiyonlarında bilenler bilir ki “cahilce” kelimesi olmadığı gibi cümle sonundaki “hadis tanımayız” ifadesi de yer almaz. Kurnazlığın boyutunu veya sinsi hesabı varın siz düşünün. İleride birilerini hadis düşmanı olarak suçlayabilmek için böylesi bir dayanağa ihtiyaç hissedilmiş besbelli.

Sözün belki bir aslı vardır. Ancak şu haline bakıldığında arasına nasıl da kurnazca ifadelerin katıldığı açık değil midir? Olabilir, bulunabilir, Müslüman kitleler arasında hayli farklı düşünen, düşüncesinde aşırı giderek yanlış yola sapanlar vardır. Bunların bir kısmı da ‘bana Kur’ân yeter’ diyenler arasındadır. Böyle bir durum imkânsız değildir. Gelin görün ki bu iddia sahiplerini gözden düşürmek, itibarsızlaştırmak maksadıyla, Peygamber’in söylemediğini ona söyleten, tarihi tartışmalarda ortaya sürülmüş mevzu hadislere dayanarak gerçekleştirme çabası daha vahim bir durumdur.

İnsaflı düşünülecek olursa, Müslüman âlemindeki mevcut sapmaların temelinde mesela Batı hayranlığı, Oryantalist mantık, dinde reformculuk, Kur’ân İslâmcılığı mı görülür? Boko Haram, el-Kaide, DAEŞ, Taliban türü oluşumların diyelim ki birtakım dış mihraklar tarafından kış- kırtıldığı gerçeğini öğrendik. Bu tür gruplara sırf bildiği kadarıyla Allah rızasını gözetip girenlerin, sempatizanların sayısı az mıdır? Sözünü ettiğim samimi bağlıların inanç ve itikatlarının kaynakları nelerdir sizce? Bunlar ‘Kur’ân bize yeter!’ diyenler arasından mı çıkmaktadır?

Yanlış bir isimlendirme olsa da geçici olarak kullanıp diyelim ki bahsi geçen grupların militanları Kur’âncılar mıdır? Değil elbette. Tam aksine bunların hemen tamamı, tıpkı öteki ‘Ehl-i Sünnet omurgası’nı oluşturan geniş kitle ile aynı inanç ve itikat manzumesine bağlıdırlar. Yani tabir caizse Kur’âncı değil, hadisçidirler. “Ehl-i Sünnetteniz” diye böbürlenenler peki hangi ekole bağlıdır? Onlar da hadisçi değiller midir?

Bakınız şöyle bir denklem kuralım. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın camilerde tedris eylemeye çabaladığı hadis merkezli dindarlık ile Taliban, Boko Haram, DAEŞ veya el-Kaide dindarlığı arasında ne fark vardır? Kanaatim odur ki akidevi bakımdan her iki çevre aynı inanç manzumesine mensuptur. Aralarındaki fark akidevi değil tamamen siyasidir. Sapmış diye nitelenen, şiddet ve terör yöntemini de benimseyerek şeriat özlemi çeken taraf, tabir caizse acilcidir. Hemen şimdi ve burada, hilafet ilan etmek maksadıyla ortaya konulacak her tür eylemi meşru sayarlar. Öteki ise yani mesela bu ekol mensuplarını bazen Kur’âncı, bazen Ehl-i Sünnet omurgasını sarsı- cı ve sapık görenler, şeriatı ve hilafeti gelecek zamanlara erteleyen, gizli ajandalarında saklayanlardan başkaları değildir. İki kesim arasındaki fark işte bu küçük politik tavır farkıdır.

Türkiyeli muhafazakârlar mezhepleri sorulduğunda Hanefi olduklarını söylerler. İtikatta bile mezhepleri vardır; Maturidi’den söz açarlar. Her iki iddia da ilmen yanlıştır ama bu maalesef bir galatı meşhur olarak sürer gider. Peki, DAEŞ mensuplarının mezhebi ve meşrebi daha mı başkadır? Onlar itikaden Mutezili midirler; yoksa Harici mi? Fıkhen Zahiri veya Caferi midirler? Elbette hayır! Muhafazakârların temel kaynakları, aidiyet ve mensubiyetleri ne ise bu terör örgütlerininki de aynısıdır. Aralarındaki siyasi farklılıktan ötürü onları sapık, Vehhabi, Selefi gibi, ahalinin yabancısı olduğu kimi meşreplerle suçlamanın, tek bir sebebi vardır. O da kendilerini güya Ehl-i Sünnet’e nispet edenlerin, yüzyıllar sonra suçüstü yakalanmış bulunmalarıdır.

Adına hem de yanlış biçimde Ehl-i Sünnet dedikleri meşrebin çökmüş, statikleşmiş, çürümüş olduğunu görmezden gelmeleridir. Müslümanların mevcut zilletine sebebiyet veren katı mezhepçi, fanatik, dogmatik, yer yer Ortodoks, bazen de heteredoks görüntülü ismi yanlış konulmuş bu Ehl-i Sünnet omurgası değil midir? Ve Allah Resûlü’nün sahih sünneti ile uzaktan akrabalığı bile bulunmayan bu fıkıh despotizmi, kendini Ehl-i Sünnet’e mensup göstererek, cürmünü örteceğini mi sanıyor? Kimse görmezden gelmesin DAEŞ, Taliban, el-Kaide ve Boko Haram, işte tam da bu zihniyetin koltukları altında doğup gürbüzleşmiştir.

Bir muhafazakârın hatta gelenekçinin, birilerini selefi diyerek suçlamasından daha komik/ gülünç ve de cahilce ne olabilir? Gelenekçi neye yaslanmaktadır; geçmişe değil mi? Peki, selefi kimdir? O da en eskiyi referans alan değil midir? O halde bir gelenekçi, selefiyi nasıl olur da Ehl-i Sünnet omurgasını bozmakla suçlayabilir? Ehl-i Sünnet denilen omurgayı zaten bu ikiz kardeşler oluşturmamış mıdır?

Ehl-i Sünnete haksız yere sahip çıkan Türkiyeli muhafazakârlar, Kur’âncı diye suçladıkları kesimi, aynı zamanda Martin Lutherci, batıcı, oryantalist etkisinde olmakla da suçlamaktadırlar. Onlara Vehhabi, selefi diyerek halkın gözünden düşürme çabasında da pek hevesli görünürler. Bu durumda Kur’âncılarla DAEŞ mensupları aynı inanışta sayılmaktadır. Şöyle kabaca bakıldığında, bütün politik tavırları bakımından batılılar tarafından kışkırtılıyor olsalar bile, DAEŞ bağlılarını zihnen batılı veya batıcı diye nitelemek mümkün müdür? Şöyle de sorulabilir; Ehl-i Sünnete sahiplenenler mi daha ziyade batıcı yoksa DAEŞ mensupları mı? DAEŞ tam bir batı maşası örgüt olsa bile, inanmış mensupları (kışkırtıcılar değil) zihniyet bakımından bütün doğuculardan daha doğucu ve doğulu bir oluşumdur.

DAEŞ ve benzerlerinin esin ve besin kaynakları nelerdir diye düşündüğünüzde, karşınıza evvela asla Kur’ân çıkmaz. Aksine, tıpkı Ehl-i Sünnetim diye geçinenler gibi, hatta onlardan biraz da eksik biçimde, hadis mantalitesi çıkacaktır. Mezhepçi, tabir caizse hadisçi ekolün bununla beraber yaslandığı kültür, geleneğin ürettiği, tutucu, fanatik, adet ve törelerle yoğrulmuş tarih malzemesinden başkası değildir. Otoriter ve totaliter fıkhın, yüzlerce yıl evvel üretilmiş nazariyeleridir, DAEŞ ve benzeri örgütlerin itikadi ve siyasi inanç temelleri.

Ezber ve Konfor Bozulunca

Muhafazakârlık kaynağı ne olursa olsun geç- mişte üretilmiş her birikimi kutsamakla meşhurdur. Orijinal olana yaslanmak yerine, üretilmiş olanın üzerine şerh ve haşiyelerden bir artı değer ekleyerek ve onu da dokunulmaz kılarak sürdürmüştür teorik ve pratik hayatını. Elinde taşıdı- ğı ve kendisine de ait bulunmayan bütün malzemeyi kutsamaktan geri durmamıştır. Onların kutsallığına gölge düşürmesin için, bütün değişim ve dönüşümler karşısındaki yeni üretimleri ise reformizmle suçlamaktan zevk almıştır.

Muhafazakâr ve DAEŞ benzeri kesin inançlı- ların (fanatizm anlamında) genel karakteri her zaman aynıdır. Onlar için ellerindeki bütün malzeme, tüm iddia ve inanışlar, bütün geleneksel birikim, hikmetinden sual olunmayan dogmalardan ibarettir. Geçmişe dönük eleştirinin en ufak biçimine tahammül etmedikleri gibi, bir ömür özeleştiriden de uzak durmaktır onların şiarı. Ellerindeki malzemeyi Kur’ân’a ortak koşmakta da pek mahirdirler. O malzemeye de tıpkı Kur’ân gibi İlahi Vahiy muamelesi yaparlar. Onların geçmişte en ileri gidenleri -ki hâlâ temsilcileri mevcuttur- “Kur’ân sünnetin hükümlerini ortadan kaldıramaz ama sünnet Kur’ân’ın hükümlerini ortadan kaldırır” diyebilecek kadar şaşırmamışlar mıydı?

Kur’ân, Müslümanların hayatına birinci elden girmeye başladığı günden bu yana, bütün muhafazakârları bir telaştır aldı. Beklentileri, geç- mişte olduğu gibi Kur’ân’ı fetiş mesabesine indirerek, hayatı değiştiren/ dönüştüren özne olmaktan çıkartmaktır. Onu herkesin anlamayacağını söyleyerek yalnızca uzmanların (onlar da kimlerse) eline vermek isterler. Düşünmezler ki Allah Resûlü sevgili önderimizin yakın arkadaşları arasında uzmanlar yoktu.

İnsanlar Allah’ın kelamına doğrudan ulaşmaya başladıktan sonra, muhafazakârların biriktirdiği çürümüş malzemelerin küf kokusu ortaya çıkmaya başlamıştır. Bir kere Müslümanın muhafazakâr değil sahici bir inkılapçı olması gerektiği aydınlanmıştır. Çünkü eğer konu hikmeti ve Kur’ân’ı korumak ise bu işi Allah bizzat kendi uhdesine almıştır. Onu inzal eden korumaktadır. Müminlere düşen, bu İlahi şuur ve idrak meşrebini yaşamak ve yaşatmak inkılabına önderlik ve şahitlik etmektir.

Unutulmaması gereken en önemli husus da şudur ki, sahiden Kur’ân okuyan bir kimsenin, Allah Resûlü sevgili önderimizi ve ondan evvel gelmiş bulunan elçileri görmezden gelmesi, onlardan uzak düşmesi, onlara iman etmemesi asla düşünülemez. Allah Resûlü ihmal edilirse, tilavet olunan bir İlahi Vahiy’den hangi şaşkın söz açabilir ki? İlahi Vahyin ruhuna vakıf bir mümin asla ‘bana Kur’ân yeter’ gibi düzeysiz bir müstağnilik içerisinde bulunamaz zaten. Zira İlahi Vahiy, tilavet olunan Kur’ân’dan ibaret değildir. Allah’ın kâinattaki sözsüz vahyinden, beşer fıtratındaki İlahi Nefha’ya kadar daha nice vahiyden söz edilebilir. Dahası İblis’in bile kendi elemanlarına vahyi vardır. Ancak şunu yüksek sesle söyleriz: Yeryüzündeki hatasız yegâne ilahi metin Kur’ân’dır. Hatasızlık bakımından o bize elbette yeter.  

Muhafazakârlığı, gelenekçiliği, ismini yanlış vermiş olsalar da Ehl-i Sünnet müdafiliğini meş- rep edinen kimilerinin, Kur’ân okuyanların çoğalmasıyla neleri kaybettiklerini biz de biliyoruz. Ehl-i Sünnet doktrininin arkasına saklanarak, aslı hadis ekolüne mensup bulunmalarına rağmen, kendilerini yalan biçimde fıkhen Ebu Hanife’ye, yine aslı büyük oranda Cebriye, kısmen de Eş’ari mantığına bürünmüş akidelerini yine yanlış biçimde Maturidi’ye dayandıranların foyası meydana çıkmıştır. Onlar arasından hiç kimse, hakiki Hanefi ekolünde ve hakiki Maturidi itikadında değildir. Bu isimlerin şöhretine sığınarak kendilerini tatmin etmektedirler.

Kur’ân okumalar çoğaldıkça muhafazakârlığın ezberi ve konforu bozulmaktadır. Bundan ötürü doğrudan Kur’ân’ı hedef alamayacaklarına göre, arkadan dolanarak insanları gafil avlama peşindedirler. Birilerini Ehl-i Sünnet omurgasını bozmakla, hadis inkârcılığı ile batıcılık, oryantalist kopyacılı- ğı, reformculuk, vehhabilik veya selefilik gibi muğ- lak suçlamalarla itibarsızlaştırıp, geleneksel Ortodoks otoritelerini sürdürme peşindedirler. Korkunun ecele faydası yoktur. İnsanlar bir kere Allah’ın Kelamı’na ulaştılar. Onun bereketi ve feyziyle aydınlandılar. O’nun gösterdiği Allah Resûlü’nün izini takip etmeye başladılar. Ne var ki bu izi takip ederken, o güne kadar aynı izi taklit ettiğini söyleyenlerin, nasıl bir şaşkınlık içerisinde ve yalanlar üzerine bina edilmiş bir mezuniyet taşıdıklarını da gördüler. Sahih imanın taklitten tahkike yükselebilmesinin reçetesi elbette Allah’ın Kelamındadır.



2157 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

‘Mumyalanmış Dil’dir Düşünmenin Düşmanı-2 - 19/10/2019
Düşünme kendiliğinden ve her basamağında, her modelinde dinamik bir eylemdir. Durup düşünmek denildiğinde de dinamizminden bir şey kaybetmez.
‘Mumyalanmış Dil’dir Düşünmenin Düşmanı -1- - 09/08/2019
Dilin mumyalanması, dondurulması demek ise, bireyin düşünme mekanizmasını iptal ederek, kendisini, kendisi gibi bir beşerin iradesine bağlaması demektir. Doğrudan bağlanma da denilebilen bu irtibat, rabıta diye de bilinmektedir.
İNSAN KİMDİR? - 03/05/2019
Sözsüz vahyin dilinde doğrudan insan teki ile alakalı ifadeler, büyük çoğunlukla olumsuzluklara dair karakterlerin tasviri yüklüdür.
Bin Birinci Endişe - 03/04/2019
Dindarlığı Nereden Başlatmalı?
Şairce Bir Hasret, Çığlık Hürriyeti - 24/02/2019
“Çığlık Hürriyeti” ifadesi elbette sözün gelişi bir genç şairin özlemiydi. Aslında hürriyet tek başına bugün bütün Müslümanların üzerinde yeniden düşünmeleri gereken önemli bir kavramdır.
EYVAH DEİZM YAYILIYOR DERHAL “İSLAM’I GÜNCELLEMELİ” - 18/09/2018
Münasebetsiz hatta densiz bir haber, devlet başkanını yukarıda tırnak içerisinde verdiğimiz sürçi lisana mecbur etti.
MARTİN LUTHER DE BÖYLE Mİ DEMİŞTİ? - 26/06/2018
Kanaatimce Müslüman dünyadaki ana blokları gelenekçiler ve modernistler diye değil, muhafazakârlar ve devrimciler diye tanımlamak daha sağlıklı olacaktır.
DAEŞ Menziline Nereden Varılır? - 18/06/2017
DAEŞ Menziline Nereden Varılır?
Taş Bitti, Şehir Kentsel Dönüşümün Altında Kaldı - 19/05/2017
Taş Bitti, Şehir Kentsel Dönüşümün Altında Kaldı
 Devamı
Her Ay Bir KİTAP

www.massiftasarim.com
E-Mas Reklam
Son Dakika Haberler
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar19.093719.1702
Euro20.705620.7886
sanalbasin.com üyesidir
Duyuru
Bursa Seyir Defterinde; Bursa hakkında makaleler, gezi ve tanıtım yazıları, etkinlik ve duyurular (sergi, konser, konferans, panel v.s) kültür sanat haberleri, fotoğraf albümleri, videolar, Bursa Medya Portalı (Bursa Gazete-Dergi manşetleri, linkleri) yer alacaktır. Bursa Seyir Defteri, Bursa hakkında sözü-çalışması olan herkese açıktır.